Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Bir Elif Miktarı Suskunluk

     Tanrım, ben geldim. Yeniden. İçimde seninle konuşurken yüzyılları devirdim. Halbuki yalnızca birkaç sene geçmiş. Verdiğin, vermediğin, öğrettiğin, öğretmediğin, açtığın ve kapattığın yollar üzerine çok düşündüm. Çok konuştum. Bazı ihtimalleri çok direttim. Bazen de kendimi tükettim. Yaşadığım çeyrek asırlık hayatta sürekli didindim anlaşılmak denen laneti aşabilmek için.    Tanrım, beni bilirsin. Ben çok konuştum. O yüzden benim konuşmaya pek takatim kalmadı. Çok güvendiğim kelimelerim bile ellerimi bıraktılar. Birer özgürlük savaşçısı olup kalemime, defterime, sesime savaş açtılar. Hiçbiri bana ait değil. Belki de en başından beri bana ait değillerdi. Ben haddimi aşıp onları, duvarları hiçlikten örülmüş bir odaya tıkmaya çalıştım. Fakat ne yapabilirim ki? Anlaşılmaya mecbur bırakılmış aciz bir insan, kelamdan başka neye sığınır böylesine? Sığınmazsa nasıl anlaşılır?    Keşke insan olma sorumluluğunun bunca ağır olduğunu söyleseydin Tanrım. Sö...
En son yayınlar

Bir Dost, Bir Kelam, Bir Şiir

     Sevgili Hikmet Bey, öyle uzun zaman oldu ki sesinizi duymayıp kelamlarınızla hemhal olmayalı... Hayatımın en çıkmaza girdiği, en çözümsüz kaldığım ve en bîçare hissettiğim döneminde elinizi eteğinizi çektiniz benden. Eskiden ben de ne çok şey anlatırdım. Ekseriyetle sükuta gömülürdünüz lakin derin bir duyuşla dinlerdiniz. Etrafımdan herkesin çekildiği, çevremin ıssızlaştığı dönemlerde dahi köşenizde oturur öylece seyrederdiniz hayatımın akışını. Ne düşünürdünüz, bilmem. Lakin çok içli bakardınız. Yalan yok, bazen ben bile kendime üzülürdüm sizin mahzun bakışlarınızdan ötürü. Tabi bana mı üzülürdünüz yoksa bir kere olduğunu fark etmeyip öylece harcadığım hayatıma mı, karar veremiyorum. Bu ikileme de son zamanlarda düştüğümü belirtmeliyim.    Dönüp baktığımda sanki bende çok varmış da etrafa dağıtmam gerekiyormuş gibi fütursuzca harcamışım duygularımı. Çok sevmiş, çok tevazu göstermişim. Her şeyi alttan almış, beni parçalayan şeyleri sanki canımı teğet geçm...

İki Kelimelik Mektup

    Tanrım... diye başlamıştı bir mektup.    Uzun susuşlar ve sessiz ağlayışlar sonunda edilen tek kelam 'Amin.' olmuştu ki bu mektubun ikinci ve son cümlesiydi.    Kısalığına rağmen dünyanın en uzun cümleleri kurulmuştu bu iki kelam arasında. Bir insanın susarak ne çok şey anlatacağına dair kanıt niteliğindeydi. Belki yakarış, belki iç dökme, belki de şikayet mektubuydu. Gerçi yeryüzünde, insanı bunlar dışında hangi mesele büyük bir suskunluğa hapsedebilirdi ki? Zira için için yanmayan hiçbir varlık susmanın, susarak konuşmanın, sessiz haykırışlarla yalvarmanın yükünü omuzlayamazdı. Ancak derinden yanan bir yürek bu yükün karşısında dağ gibi durup içinde attığı bedeni böylesi bir ateşte yürütebilirdi.    Ateşlerde kavrulmamış bir fani 'Tanrım' diye yakaramazdı. Zaten cennetten kovulmamış hiçbir faninin yolu da tanrısına düşmezdi. Yolu bazen sağa bazen sola kıvrılırdı. Lakin yolun ne tozu üstüne sinerdi ne rüzgarı tenini incitirdi. Teni incinenle...

Üzülmenin Anatomisi

  Selam günlük. Fazla mı klişe oldu? Bilmiyorum, kafam çok karışık. Üzülünce düşüncelerini deftere geçirmenin iyi olduğunu söylemişlerdi. Kim demişti? Şu an hatırlayamam açıkçası. Kafamı pek toparlayamadan çıktım. Yere saçılmış isimlerden de seçemedim. Zaten bugünlerde herkes her şeyin allamesi olmuş. Mahlaslar pek mühim değil.    Ne diyordum? Evet, üzülmek. Sen üzülür müsün günlük? Mesela yaşarken nefes alamamanın ne demek olduğunu tecrübe ettin mi? Ya da var olan duygularının yok sayılmasının -ki bu direkt varoluşa edilmiş okkalı bir küfür oluyor- ruhta açtığı onulmaz yaranın nasıl kanadığını bizzat gördün mü? Merak etmiyorsundur ama ben gördüm. Hepsini biliyorum. Hatta kafayı kırıp, sayısını tam hesaplayamadığım bir mezarlıkta ölü olduklarını varsaydığım bir zamanların bahtsızlarından bile cevap bekledim. Evet, tahmin etmesi zor değil. Senin gibi cevap vermediler. Tabi şimdilik.    Yazmak düşünceleri sıraya dizer demişlerdi bir de. İyice dağıldı ortalık. Üzül...

Sen ve Bazı Dilemmalar

  İçimde; dolduramadığım, bir yere bırakamadığım, tanımazlıktan gelemediğim, bağıra bağıra atamadığım, susa susa yok edemediğim ve asla kaçamadığım bir boşluk yokluyor aciz bedenimi. 'Medet ya Rabb!' diye diye sabahlara kadar yüreğimi tırnaklarımla söküp atmak istediğim zamanlardan getiriyor bu boşluk beni.  

Çaresizler Sokağı

    Ben acizliğime kelam hırkasını giydirip kulağa küpe sözler etmek istiyorum; acziyete düşüren çaresizliğe dair.   Bir insanın yaşayacağı en kötü duygu nedir diye sorsalar tereddüt etmeden çaresizlik derim. Sizi acıdan ağlatan mutsuzluğa bile haddini bildirecek kadar geniştir çaresizliğin hududu. Nefes alamıyorum dediğiniz karanlık gecelerde bile ciğerinize ne çok hava çektiğinizi fark ettirir.   Çaresizlik sizi, cümle alemde bulunan kuyuların dehlizlerine atar. Okyanusun ucu görünmeyen karanlıklarında bırakır bir başınıza. Acılar çektirir, derin uykulardan uyandırır. Sizi; ‘Beni bugün kimse üzemez.’ dediğiniz anda, bir köşe başında, başınız ellerinizin arasında çökmeye mecbur bırakır çaresizlik.   Gülmeyi hesabınızdan zaten çıkarın ama ağlamayı bile özler olursunuz. Okyanusta bir damla etmeyecek yaş için cümle denizleri yakasınız gelir, sırf o damla gözünüzden akmıyor diye.    Ayağınızın altından yer kayar, gök kayar. Kıtalar birken bin olur...

Cenneti Düşleyen Acılar

    Cehennemin buz tutmuş tarafından süzülmüş acılarım var benim. İçinde biraz katran, biraz nefessizlik, bir tutam da cümle günahkarların ah'ları... Öyle biraz dediğime de bakma şimdi. Hepsi toplanınca koca kâinata sığmıyor. Bir meczubun kafası kadar karışık, dünyayı anlamlandırmaya çalışan küçük bir çocuğun hayalleri kadar akıl almaz...    Bu acıyla ne yapılır bilmiyorum. Hepsini yuvarlayıp kardan adam yapsam çocukların kıştan uzaklaşmasından korkarım. Zira acıyla yoğrulmuş kardan adamdan ne çıkar ki?    Toplayıp bir dolaba tıksam diyorum. O zaman da evlerin mayasını bozarım. Hem o kadar büyük dolabı ben hangi yerden bulurum?    Kafam çok karışık Hikmet Bey.    Biraz daha zorlasam acılarıma yeni kimlikler yaratacağım gibi geliyor. Hepsini bir kişiliğe büründürüp alıp karşıma konuşacağım. Zira artık her derdin, bir derdi olduğuna inanmaya başladım. Yoksa hangi dert, nasıl bir sebeple kendini bu kadar göstermeye çalışır? Ne için ...