Tanrım, ben geldim. Yeniden. İçimde seninle konuşurken yüzyılları devirdim. Halbuki yalnızca birkaç sene geçmiş. Verdiğin, vermediğin, öğrettiğin, öğretmediğin, açtığın ve kapattığın yollar üzerine çok düşündüm. Çok konuştum. Bazı ihtimalleri çok direttim. Bazen de kendimi tükettim. Yaşadığım çeyrek asırlık hayatta sürekli didindim anlaşılmak denen laneti aşabilmek için. Tanrım, beni bilirsin. Ben çok konuştum. O yüzden benim konuşmaya pek takatim kalmadı. Çok güvendiğim kelimelerim bile ellerimi bıraktılar. Birer özgürlük savaşçısı olup kalemime, defterime, sesime savaş açtılar. Hiçbiri bana ait değil. Belki de en başından beri bana ait değillerdi. Ben haddimi aşıp onları, duvarları hiçlikten örülmüş bir odaya tıkmaya çalıştım. Fakat ne yapabilirim ki? Anlaşılmaya mecbur bırakılmış aciz bir insan, kelamdan başka neye sığınır böylesine? Sığınmazsa nasıl anlaşılır? Keşke insan olma sorumluluğunun bunca ağır olduğunu söyleseydin Tanrım. Sö...
Sevgili Hikmet Bey, öyle uzun zaman oldu ki sesinizi duymayıp kelamlarınızla hemhal olmayalı... Hayatımın en çıkmaza girdiği, en çözümsüz kaldığım ve en bîçare hissettiğim döneminde elinizi eteğinizi çektiniz benden. Eskiden ben de ne çok şey anlatırdım. Ekseriyetle sükuta gömülürdünüz lakin derin bir duyuşla dinlerdiniz. Etrafımdan herkesin çekildiği, çevremin ıssızlaştığı dönemlerde dahi köşenizde oturur öylece seyrederdiniz hayatımın akışını. Ne düşünürdünüz, bilmem. Lakin çok içli bakardınız. Yalan yok, bazen ben bile kendime üzülürdüm sizin mahzun bakışlarınızdan ötürü. Tabi bana mı üzülürdünüz yoksa bir kere olduğunu fark etmeyip öylece harcadığım hayatıma mı, karar veremiyorum. Bu ikileme de son zamanlarda düştüğümü belirtmeliyim. Dönüp baktığımda sanki bende çok varmış da etrafa dağıtmam gerekiyormuş gibi fütursuzca harcamışım duygularımı. Çok sevmiş, çok tevazu göstermişim. Her şeyi alttan almış, beni parçalayan şeyleri sanki canımı teğet geçm...