Sevgili Hikmet Bey, öyle uzun zaman oldu ki sesinizi duymayıp kelamlarınızla hemhal olmayalı... Hayatımın en çıkmaza girdiği, en çözümsüz kaldığım ve en bîçare hissettiğim döneminde elinizi eteğinizi çektiniz benden. Eskiden ben de ne çok şey anlatırdım. Ekseriyetle sükuta gömülürdünüz lakin derin bir duyuşla dinlerdiniz. Etrafımdan herkesin çekildiği, çevremin ıssızlaştığı dönemlerde dahi köşenizde oturur öylece seyrederdiniz hayatımın akışını. Ne düşünürdünüz, bilmem. Lakin çok içli bakardınız. Yalan yok, bazen ben bile kendime üzülürdüm sizin mahzun bakışlarınızdan ötürü. Tabi bana mı üzülürdünüz yoksa bir kere olduğunu fark etmeyip öylece harcadığım hayatıma mı, karar veremiyorum. Bu ikileme de son zamanlarda düştüğümü belirtmeliyim.
Dönüp baktığımda sanki bende çok varmış da
etrafa dağıtmam gerekiyormuş gibi fütursuzca harcamışım duygularımı. Çok
sevmiş, çok tevazu göstermişim. Her şeyi alttan almış, beni parçalayan şeyleri
sanki canımı teğet geçmiş gibi hiç görmemiş, hiç göstermemişim. Keşke diyorum,
bazı duygularımı annemin tembih ettiği gibi “Bunlar gerilik, eskimesin.”
diyerek dolaba mı kaldırsaydım? Yahut yalnızca misafir geldiğinde açılan salon
gibi kilitlese miydim? Bilemiyorum, bazı duygularımdan güzel turşu yahut reçel
de olabilirdi. Kavanozlayıp kaldırırdım. Mevsimi gelince açardım belki.
Siz yokken ben birçok şeyi tükettim. Sonraya
kalsın diye hiçbir şey de ayırmadım. Sonra çok yoruldum belli ki. Çöktüm bir
kaldırım taşına. Önce güldüm. Çok güldüm. Deli zannettiler. Çok gülünce ağlama
gelir ya hani… Bir yerde gülmem ağlamaya döndü. Ağladım. Çok ağladım. Acım var
zannettiler. Aslında bir bakıma doğru olan tek zanları buydu. Bir kaybın
acısıydı hissettiğim. Kendimi kaybetmiştim Hikmet Bey. Sokak sokak dolaşıp yorulunca
çöktüğüm her kaldırımda kendimi arıyordum esasında.
İnsan hayatı boyunca bir kez kaybolur, bir
kez kendini arar ve ölene kadar onunla yaşar sanıyorlar. Yanılıyorlar. İnsan
bir kerecik yaşadığı hayatında sayamadığı kadar çok kaybolur. Arar. Bulamaz.
Bazılarında da bu kaybı kabullenir. Belki de bazılarımızın bulduğu hayat bu
kayıplardır Hikmet Bey. Bazılarımız hayatı kaybederek ve sayısızca arayarak
yaşar. Bazılarımızın hikayesi daima yollarda geçer. Bir kere çıkar yola. Sonra
son nefesini bir köşede verene kadar arar durur, bazen neyi aradığını bile
bilmeden.
Dağınıklık için kusura bakmayın Hikmet Bey.
İnsan kendisiyle kavgalı olunca düşünceleri de söz dinlemiyor. Ortalık
dağılıyor. Gönül ak derken akıl karayı seçiyor. Her şey darmaduman oluyor.
Lakin diyorum ya hepsi tükenmişlikten, bol
bulup tüketmişlikten.
İnsan hayatla henüz tanışmamışken çok cüretkâr
oluyormuş, sen yokken onu fark ettim. Daha genç, daha dinç, daha dayanıklı
hissediyormuş bu hissiz dünyaya karşı. Hata yapmazmış, hata yapsa da pişman
olmazmış; hiç düşmezmiş, düşse de her düşüşü ilki gibi acıtmaz zannediyormuş.
Ben, beni tüketip; bir köşe başında, ellerim başımı sarmalamış yüreğim
kaburgalarımın arasında sıkışmışken öğrendim tüm bunları.
Sen yokken Hikmet Bey, hayata dair bildiğim
her şeyi bana gönlü kırık şairlerin öğrettiğini öğrendim. Duygularımın son
kullanma tarihi geçmiş ve bir akşam vakti yeniden kendimi aramaya çıkmışken
kulağıma dolan iki mısrayla bildim gençlik hatalarının vahametini. Bildim ve o
kalemden çıkanlara şahitlik ederek yüksek sesle bir kere daha tekrarladım:
“vay
ki gençtim
ölümle
paslanmış buldum sesimi.”
Yorumlar
Yorum Gönder