Ana içeriğe atla

Bir Dost, Bir Kelam, Bir Şiir

 

   Sevgili Hikmet Bey, öyle uzun zaman oldu ki sesinizi duymayıp kelamlarınızla hemhal olmayalı... Hayatımın en çıkmaza girdiği, en çözümsüz kaldığım ve en bîçare hissettiğim döneminde elinizi eteğinizi çektiniz benden. Eskiden ben de ne çok şey anlatırdım. Ekseriyetle sükuta gömülürdünüz lakin derin bir duyuşla dinlerdiniz. Etrafımdan herkesin çekildiği, çevremin ıssızlaştığı dönemlerde dahi köşenizde oturur öylece seyrederdiniz hayatımın akışını. Ne düşünürdünüz, bilmem. Lakin çok içli bakardınız. Yalan yok, bazen ben bile kendime üzülürdüm sizin mahzun bakışlarınızdan ötürü. Tabi bana mı üzülürdünüz yoksa bir kere olduğunu fark etmeyip öylece harcadığım hayatıma mı, karar veremiyorum. Bu ikileme de son zamanlarda düştüğümü belirtmeliyim.

   Dönüp baktığımda sanki bende çok varmış da etrafa dağıtmam gerekiyormuş gibi fütursuzca harcamışım duygularımı. Çok sevmiş, çok tevazu göstermişim. Her şeyi alttan almış, beni parçalayan şeyleri sanki canımı teğet geçmiş gibi hiç görmemiş, hiç göstermemişim. Keşke diyorum, bazı duygularımı annemin tembih ettiği gibi “Bunlar gerilik, eskimesin.” diyerek dolaba mı kaldırsaydım? Yahut yalnızca misafir geldiğinde açılan salon gibi kilitlese miydim? Bilemiyorum, bazı duygularımdan güzel turşu yahut reçel de olabilirdi. Kavanozlayıp kaldırırdım. Mevsimi gelince açardım belki.

   Siz yokken ben birçok şeyi tükettim. Sonraya kalsın diye hiçbir şey de ayırmadım. Sonra çok yoruldum belli ki. Çöktüm bir kaldırım taşına. Önce güldüm. Çok güldüm. Deli zannettiler. Çok gülünce ağlama gelir ya hani… Bir yerde gülmem ağlamaya döndü. Ağladım. Çok ağladım. Acım var zannettiler. Aslında bir bakıma doğru olan tek zanları buydu. Bir kaybın acısıydı hissettiğim. Kendimi kaybetmiştim Hikmet Bey. Sokak sokak dolaşıp yorulunca çöktüğüm her kaldırımda kendimi arıyordum esasında.

   İnsan hayatı boyunca bir kez kaybolur, bir kez kendini arar ve ölene kadar onunla yaşar sanıyorlar. Yanılıyorlar. İnsan bir kerecik yaşadığı hayatında sayamadığı kadar çok kaybolur. Arar. Bulamaz. Bazılarında da bu kaybı kabullenir. Belki de bazılarımızın bulduğu hayat bu kayıplardır Hikmet Bey. Bazılarımız hayatı kaybederek ve sayısızca arayarak yaşar. Bazılarımızın hikayesi daima yollarda geçer. Bir kere çıkar yola. Sonra son nefesini bir köşede verene kadar arar durur, bazen neyi aradığını bile bilmeden.

   Dağınıklık için kusura bakmayın Hikmet Bey. İnsan kendisiyle kavgalı olunca düşünceleri de söz dinlemiyor. Ortalık dağılıyor. Gönül ak derken akıl karayı seçiyor. Her şey darmaduman oluyor.

   Lakin diyorum ya hepsi tükenmişlikten, bol bulup tüketmişlikten.

   İnsan hayatla henüz tanışmamışken çok cüretkâr oluyormuş, sen yokken onu fark ettim. Daha genç, daha dinç, daha dayanıklı hissediyormuş bu hissiz dünyaya karşı. Hata yapmazmış, hata yapsa da pişman olmazmış; hiç düşmezmiş, düşse de her düşüşü ilki gibi acıtmaz zannediyormuş. Ben, beni tüketip; bir köşe başında, ellerim başımı sarmalamış yüreğim kaburgalarımın arasında sıkışmışken öğrendim tüm bunları.

   Sen yokken Hikmet Bey, hayata dair bildiğim her şeyi bana gönlü kırık şairlerin öğrettiğini öğrendim. Duygularımın son kullanma tarihi geçmiş ve bir akşam vakti yeniden kendimi aramaya çıkmışken kulağıma dolan iki mısrayla bildim gençlik hatalarının vahametini. Bildim ve o kalemden çıkanlara şahitlik ederek yüksek sesle bir kere daha tekrarladım:

“vay ki gençtim

ölümle paslanmış buldum sesimi.”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İmkanlar İçinde İmkansızlıklar Listesi

     Hayatı bir yabancı gibi yaşamak nasıl bir şey bilir misin Hikmet Bey? Ben çok iyi bilirim. Hep uzaktan izlersin. Dışlanmış küçük bir çocuk gibi mutsuz hissedersin. Hayat akar, insanlar hayatını yaşar ama sen hep buruk ve eksik kalırsın. İşin kötü tarafıysa küçük çocuk gibi kenara çekilip hayatın akışına izin veremezsin. Daha doğrusu hayat senin yakanı bırakmaz. Muhakkak devam etmen gerekir. Ne kadar kötü hissedersen hisset sana yol vermez. İki dakika nefeslenmene katlanamaz.    Sen hayatı bir perdenin ardından izlerken aynı hayat seni yaşamaya zorlar. Sırf bu yüzden diğer insanlar içinde ruhsuz bir bedende nefes almaya devam edersin. Yersin, içersin, sohbet eder hatta gülersin. Hepsinin içinde en çok gülmek acıtır. Canın böylesine yanarken gülmek çok zor gelir çünkü. Acına, yaşanmışlıklarına, en çok da yaşanması mümkünken yaşanmamışlıklarına hakaret sayarsın gülmeyi. Ama imtihan da budur ya: Seni en çok zorlayan anda dirayetli kalabilmek.    B...

İki Kelimelik Mektup

    Tanrım... diye başlamıştı bir mektup.    Uzun susuşlar ve sessiz ağlayışlar sonunda edilen tek kelam 'Amin.' olmuştu ki bu mektubun ikinci ve son cümlesiydi.    Kısalığına rağmen dünyanın en uzun cümleleri kurulmuştu bu iki kelam arasında. Bir insanın susarak ne çok şey anlatacağına dair kanıt niteliğindeydi. Belki yakarış, belki iç dökme, belki de şikayet mektubuydu. Gerçi yeryüzünde, insanı bunlar dışında hangi mesele büyük bir suskunluğa hapsedebilirdi ki? Zira için için yanmayan hiçbir varlık susmanın, susarak konuşmanın, sessiz haykırışlarla yalvarmanın yükünü omuzlayamazdı. Ancak derinden yanan bir yürek bu yükün karşısında dağ gibi durup içinde attığı bedeni böylesi bir ateşte yürütebilirdi.    Ateşlerde kavrulmamış bir fani 'Tanrım' diye yakaramazdı. Zaten cennetten kovulmamış hiçbir faninin yolu da tanrısına düşmezdi. Yolu bazen sağa bazen sola kıvrılırdı. Lakin yolun ne tozu üstüne sinerdi ne rüzgarı tenini incitirdi. Teni incinenle...