Ana içeriğe atla

Üzülmenin Anatomisi

 Selam günlük. Fazla mı klişe oldu? Bilmiyorum, kafam çok karışık. Üzülünce düşüncelerini deftere geçirmenin iyi olduğunu söylemişlerdi. Kim demişti? Şu an hatırlayamam açıkçası. Kafamı pek toparlayamadan çıktım. Yere saçılmış isimlerden de seçemedim. Zaten bugünlerde herkes her şeyin allamesi olmuş. Mahlaslar pek mühim değil.

   Ne diyordum? Evet, üzülmek. Sen üzülür müsün günlük? Mesela yaşarken nefes alamamanın ne demek olduğunu tecrübe ettin mi? Ya da var olan duygularının yok sayılmasının -ki bu direkt varoluşa edilmiş okkalı bir küfür oluyor- ruhta açtığı onulmaz yaranın nasıl kanadığını bizzat gördün mü? Merak etmiyorsundur ama ben gördüm. Hepsini biliyorum. Hatta kafayı kırıp, sayısını tam hesaplayamadığım bir mezarlıkta ölü olduklarını varsaydığım bir zamanların bahtsızlarından bile cevap bekledim. Evet, tahmin etmesi zor değil. Senin gibi cevap vermediler. Tabi şimdilik.

   Yazmak düşünceleri sıraya dizer demişlerdi bir de. İyice dağıldı ortalık. Üzülmenin anatomisini çıkarıyorum yanlışlıkla.

   Peki günlük, kim üzer bizi? Ya da neden üzer mesela? Eğer yüksek zeka seviyesine sahip bilinçli varlıklarsak -zannetmiyorum- birbirimizle alıp veremediğimiz nedir? Bak işte buna cevap vermen gerekiyor. Çünkü ben her şeyle savaşıp her konuda dik durabilirim. Lakin üzmek...

   Kolum bile kalkmıyor günlük.

   Beni üzdüklerinde başım dönüyor, midem fütursuzca bulanıyor. Günler karışıyor, aylar birbirini boğazlıyor, yıllar hiç yaşanmamış gibi kor ateşin içinde ufalanıp kayboluyor. Vücudumda bir garip titreme hali başlıyor. Kah Everest'in tepesinde kah Sahra Çölü'nün ortasında buluyorum kendimi. Buz yakıyor, çöl üşütüyor. Ayaklarımın altından yollar çekilip çiviler diziliyor. Ancak canımı yakan çivi mi yoksa hesapsızca söylenen kelamlar mı tam ayırt edemiyorum. Sonra bir yaş düşüyor gözümden. Meğer o yaşı düşüren tek göz hareketim, yaşam yüküme bir yüz yıl daha ekliyor. Sayamıyorum. En son kaç yaşındaydım?

   Fakat günlük, tüm bunlar olurken kalabalığın içinden bir kişi dahi görmüyor yaşadıklarımı. Göremezler zaten. Görebilseler sen de bana cevap verebilirdin. Herkesin bir eksikliği var. Onların eksiği de insan olmak.

   Kulaklarım uğulduyor. Sultan Teyze olsaydı "Salavat getir, hayırdır." derdi. Bizim kahveci Şükrü Abi ise "Kendine bu kadar sövdürecek ne yaptın be kızım?" diye ilkinden tamamen bağımsız bir yorum getirirdi. Fakat doktorum çok stres diyor. Ben 'biraz' kafaya takıyormuşum. Böyle yaparsam otuz beşi zor görürmüşüm. Yine kabak benim başıma patladı, gördün mü? Ama kimse beni üzenlerden bahsetmedi günlük. Kim, hangi sebeple kendisini erken ölüme hapsetmek suretiyle üzsün ki? Hayır, bir psikolog bizim değil; bizi üzüp bu hale getirenlerin asıl deli -daha kibar nasıl anlatılır- olduklarını söylemişti. Yok, o psikoloğun adını da çıkaramadım.

   Elim yoruldu günlük. Düşüncelerimi sıraya dizmen gerekiyordu bunca laftan sonra. Ortalık ilkinden daha dağınık. İnsan üzgünken ortalığı da toplayamıyor.

   Düşünceleri ve dağınıklığı biraz boş verelim. Böyle anlarda uyumak ruha iyi gelir derler. Hayır, aklı başında biri bunu demez. Dese dese böyle deli saçması bir cümleyi üzgün biri der.

   Gündüz gözümü ilk açtığımda tam da bunları yazdıran hislerle uyanacağım, biliyorum. Fakat biraz uyuyalım canım günlük. Kafam karışık ve ben bir hayli yorgunum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Dost, Bir Kelam, Bir Şiir

     Sevgili Hikmet Bey, öyle uzun zaman oldu ki sesinizi duymayıp kelamlarınızla hemhal olmayalı... Hayatımın en çıkmaza girdiği, en çözümsüz kaldığım ve en bîçare hissettiğim döneminde elinizi eteğinizi çektiniz benden. Eskiden ben de ne çok şey anlatırdım. Ekseriyetle sükuta gömülürdünüz lakin derin bir duyuşla dinlerdiniz. Etrafımdan herkesin çekildiği, çevremin ıssızlaştığı dönemlerde dahi köşenizde oturur öylece seyrederdiniz hayatımın akışını. Ne düşünürdünüz, bilmem. Lakin çok içli bakardınız. Yalan yok, bazen ben bile kendime üzülürdüm sizin mahzun bakışlarınızdan ötürü. Tabi bana mı üzülürdünüz yoksa bir kere olduğunu fark etmeyip öylece harcadığım hayatıma mı, karar veremiyorum. Bu ikileme de son zamanlarda düştüğümü belirtmeliyim.    Dönüp baktığımda sanki bende çok varmış da etrafa dağıtmam gerekiyormuş gibi fütursuzca harcamışım duygularımı. Çok sevmiş, çok tevazu göstermişim. Her şeyi alttan almış, beni parçalayan şeyleri sanki canımı teğet geçm...

İmkanlar İçinde İmkansızlıklar Listesi

     Hayatı bir yabancı gibi yaşamak nasıl bir şey bilir misin Hikmet Bey? Ben çok iyi bilirim. Hep uzaktan izlersin. Dışlanmış küçük bir çocuk gibi mutsuz hissedersin. Hayat akar, insanlar hayatını yaşar ama sen hep buruk ve eksik kalırsın. İşin kötü tarafıysa küçük çocuk gibi kenara çekilip hayatın akışına izin veremezsin. Daha doğrusu hayat senin yakanı bırakmaz. Muhakkak devam etmen gerekir. Ne kadar kötü hissedersen hisset sana yol vermez. İki dakika nefeslenmene katlanamaz.    Sen hayatı bir perdenin ardından izlerken aynı hayat seni yaşamaya zorlar. Sırf bu yüzden diğer insanlar içinde ruhsuz bir bedende nefes almaya devam edersin. Yersin, içersin, sohbet eder hatta gülersin. Hepsinin içinde en çok gülmek acıtır. Canın böylesine yanarken gülmek çok zor gelir çünkü. Acına, yaşanmışlıklarına, en çok da yaşanması mümkünken yaşanmamışlıklarına hakaret sayarsın gülmeyi. Ama imtihan da budur ya: Seni en çok zorlayan anda dirayetli kalabilmek.    B...

İki Kelimelik Mektup

    Tanrım... diye başlamıştı bir mektup.    Uzun susuşlar ve sessiz ağlayışlar sonunda edilen tek kelam 'Amin.' olmuştu ki bu mektubun ikinci ve son cümlesiydi.    Kısalığına rağmen dünyanın en uzun cümleleri kurulmuştu bu iki kelam arasında. Bir insanın susarak ne çok şey anlatacağına dair kanıt niteliğindeydi. Belki yakarış, belki iç dökme, belki de şikayet mektubuydu. Gerçi yeryüzünde, insanı bunlar dışında hangi mesele büyük bir suskunluğa hapsedebilirdi ki? Zira için için yanmayan hiçbir varlık susmanın, susarak konuşmanın, sessiz haykırışlarla yalvarmanın yükünü omuzlayamazdı. Ancak derinden yanan bir yürek bu yükün karşısında dağ gibi durup içinde attığı bedeni böylesi bir ateşte yürütebilirdi.    Ateşlerde kavrulmamış bir fani 'Tanrım' diye yakaramazdı. Zaten cennetten kovulmamış hiçbir faninin yolu da tanrısına düşmezdi. Yolu bazen sağa bazen sola kıvrılırdı. Lakin yolun ne tozu üstüne sinerdi ne rüzgarı tenini incitirdi. Teni incinenle...