Ana içeriğe atla

Cenneti Düşleyen Acılar

   Cehennemin buz tutmuş tarafından süzülmüş acılarım var benim. İçinde biraz katran, biraz nefessizlik, bir tutam da cümle günahkarların ah'ları... Öyle biraz dediğime de bakma şimdi. Hepsi toplanınca koca kâinata sığmıyor. Bir meczubun kafası kadar karışık, dünyayı anlamlandırmaya çalışan küçük bir çocuğun hayalleri kadar akıl almaz...

   Bu acıyla ne yapılır bilmiyorum. Hepsini yuvarlayıp kardan adam yapsam çocukların kıştan uzaklaşmasından korkarım. Zira acıyla yoğrulmuş kardan adamdan ne çıkar ki?

   Toplayıp bir dolaba tıksam diyorum. O zaman da evlerin mayasını bozarım. Hem o kadar büyük dolabı ben hangi yerden bulurum?

   Kafam çok karışık Hikmet Bey.

   Biraz daha zorlasam acılarıma yeni kimlikler yaratacağım gibi geliyor. Hepsini bir kişiliğe büründürüp alıp karşıma konuşacağım. Zira artık her derdin, bir derdi olduğuna inanmaya başladım. Yoksa hangi dert, nasıl bir sebeple kendini bu kadar göstermeye çalışır? Ne için ‘Ben buradayım.’ diye bağırır ki? Ne yani onların da mı görülmeye ihtiyacı var?

   Bilmiyorum Hikmet Bey. Kafam çok karışık.

   Ben çocukken buralar bu kadar karmaşık değildi. İnsanlarla ilişkiler daha basitti. Severdin işte. Sevdiğini belli etmek için türlü çocukluklar yapardın. Düzdü sevginin mantığı. Düşünmek desen... O hepten kolaydı. Binlerce kâinatı birbirine kolayca çarpıştırıp kolayca birbirinden ayırabilirdin. Kimse de sana niye böyle yaptın, neden böyle düşündün demezdi. Çocukluğuna verirlerdi işte. Bir anlamı yoktu acının çocuk dünyasında. Onunla top gibi oynardın hatta. Alır bir güzel de dalga geçerdin çocuk aklıyla.

   Sonra neden, nasıl ve hangi ara oldu bilmiyorum; ben büyüdüm. İnsan ilişkileri çetrefilli bir hal aldı. Ben acılara ağız dolusu gülerken birden sesim kısıldı. Aydınlık dünyamdan ışıkları kestiler. Cehennemin ortasına cevaplanmamış binlerce soruyla birlikte bıraktılar beni. Sesim, soluğum kesildi. Anlayacağın yaşam sofrasında tadım kaçtı.

    Fakat Hikmet Bey, kafamı karıştıran asıl şey saydıklarımın hiçbiri değil. En başta anlattım ya sana. Bin parçaya bölünüp bir insanı deviren acılarım dedim. Onların arasına cümle günahlarını sırtlanıp cehennemin bodrum katına oturmuş bir adamın ufacık cennet umudu sıkışmış. Nasıl olmuş, onlarca gözyaşının ve ızdırabın arasına ne şekilde karışmış bilmiyorum. Neden güneşli günler yerine yağmurlu bir günü seçmiş anlamıyorum.

   Küçücük bir nokta, evrenin en derin sokaklarına işlemiş bir acıyı nasıl sırtladı?

    Bu yaşam umudu nereden çıktı Hikmet Bey?

   Bilmiyorum. Bilinmezlik denizinde elimde bir küçük umutla çırpınıyorum. Nefes alamıyorum ama nefes alma umuduyla yaşıyorum.

   Fakat en nihayetinde yaşıyorum Hikmet Bey. O bir parça diye hor gördüğümüz umudun cehennem buzlarını her gün parça parça kırıp atmasını izleyerek yaşıyorum.

   Ben yaşıyor ve kabul ediyorum: İnsanı cehennem çukuruna atmak yetmez. Düşlerinden cenneti çekip almadıkça öldürür dediğin acılar okyanusta bir damla bile etmez.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Dost, Bir Kelam, Bir Şiir

     Sevgili Hikmet Bey, öyle uzun zaman oldu ki sesinizi duymayıp kelamlarınızla hemhal olmayalı... Hayatımın en çıkmaza girdiği, en çözümsüz kaldığım ve en bîçare hissettiğim döneminde elinizi eteğinizi çektiniz benden. Eskiden ben de ne çok şey anlatırdım. Ekseriyetle sükuta gömülürdünüz lakin derin bir duyuşla dinlerdiniz. Etrafımdan herkesin çekildiği, çevremin ıssızlaştığı dönemlerde dahi köşenizde oturur öylece seyrederdiniz hayatımın akışını. Ne düşünürdünüz, bilmem. Lakin çok içli bakardınız. Yalan yok, bazen ben bile kendime üzülürdüm sizin mahzun bakışlarınızdan ötürü. Tabi bana mı üzülürdünüz yoksa bir kere olduğunu fark etmeyip öylece harcadığım hayatıma mı, karar veremiyorum. Bu ikileme de son zamanlarda düştüğümü belirtmeliyim.    Dönüp baktığımda sanki bende çok varmış da etrafa dağıtmam gerekiyormuş gibi fütursuzca harcamışım duygularımı. Çok sevmiş, çok tevazu göstermişim. Her şeyi alttan almış, beni parçalayan şeyleri sanki canımı teğet geçm...

İmkanlar İçinde İmkansızlıklar Listesi

     Hayatı bir yabancı gibi yaşamak nasıl bir şey bilir misin Hikmet Bey? Ben çok iyi bilirim. Hep uzaktan izlersin. Dışlanmış küçük bir çocuk gibi mutsuz hissedersin. Hayat akar, insanlar hayatını yaşar ama sen hep buruk ve eksik kalırsın. İşin kötü tarafıysa küçük çocuk gibi kenara çekilip hayatın akışına izin veremezsin. Daha doğrusu hayat senin yakanı bırakmaz. Muhakkak devam etmen gerekir. Ne kadar kötü hissedersen hisset sana yol vermez. İki dakika nefeslenmene katlanamaz.    Sen hayatı bir perdenin ardından izlerken aynı hayat seni yaşamaya zorlar. Sırf bu yüzden diğer insanlar içinde ruhsuz bir bedende nefes almaya devam edersin. Yersin, içersin, sohbet eder hatta gülersin. Hepsinin içinde en çok gülmek acıtır. Canın böylesine yanarken gülmek çok zor gelir çünkü. Acına, yaşanmışlıklarına, en çok da yaşanması mümkünken yaşanmamışlıklarına hakaret sayarsın gülmeyi. Ama imtihan da budur ya: Seni en çok zorlayan anda dirayetli kalabilmek.    B...

İki Kelimelik Mektup

    Tanrım... diye başlamıştı bir mektup.    Uzun susuşlar ve sessiz ağlayışlar sonunda edilen tek kelam 'Amin.' olmuştu ki bu mektubun ikinci ve son cümlesiydi.    Kısalığına rağmen dünyanın en uzun cümleleri kurulmuştu bu iki kelam arasında. Bir insanın susarak ne çok şey anlatacağına dair kanıt niteliğindeydi. Belki yakarış, belki iç dökme, belki de şikayet mektubuydu. Gerçi yeryüzünde, insanı bunlar dışında hangi mesele büyük bir suskunluğa hapsedebilirdi ki? Zira için için yanmayan hiçbir varlık susmanın, susarak konuşmanın, sessiz haykırışlarla yalvarmanın yükünü omuzlayamazdı. Ancak derinden yanan bir yürek bu yükün karşısında dağ gibi durup içinde attığı bedeni böylesi bir ateşte yürütebilirdi.    Ateşlerde kavrulmamış bir fani 'Tanrım' diye yakaramazdı. Zaten cennetten kovulmamış hiçbir faninin yolu da tanrısına düşmezdi. Yolu bazen sağa bazen sola kıvrılırdı. Lakin yolun ne tozu üstüne sinerdi ne rüzgarı tenini incitirdi. Teni incinenle...