Güzel bir
kahvaltı zihne ve ruha iyi geliyormuş. Öyle diyorlar. Ben kendimle konuşmaktan
ne yediğimi hatırlayamıyorum bazen. Herkeste böyle midir acaba? Yani her insan
kendisiyle uzun sohbetlere girip kendi kafasında kavga çıkartıyor mudur? Gerçi
bunlar önemli değil. Karşıdan cevap gelmediği sürece kendi kendime konuşmaya
devam edebilirim. Hem psikolog fiyatları da çok artmış. Herkese terapi
sertifikası dağıtılmalı. Bence her insan kendisine de terapi yapabilmeli canım.
Neyse,
yine konular karıştı. Hep böyle oluyor. Ne diyordum? Evet, güzel bir gün.
Biraz
yürüyüşe çıkmak iyi gelir diye biliyorum. Minik çocukların, telaşlı
ebeveynlerin, suratından bıktığı anlaşılan yılgın insanların, birkaç sevimli
kedi ve köpeğin arasında yürüyüşe çıkıyorum. Şu sıcak havalar olmasa güzel bir
günü bu yürüyüşlerle yakalayabilirim aslında. Zira sıcak beni bazen çok
sinirlendiriyor.
Yürürken
insan ne düşünür? Yani sağlık için ne düşünmeli? İnsanlar arasında bunun da bir
ideali var mıdır? Yoksa herkes 'herkes'i umursamadan kafasında dünyalar kurup
başka dünyaları yıkıyor mudur? Ben bazen fantastik bir dünyanın kahramanı
olabiliyorum. Ya da bir bilim-kurgu kitabında okunmayı bekleyen az fiyakalı ama
varlığıyla başrolü ayakta tutan yan karaktere dönüşebiliyorum. Ne yalan
söyleyeyim yürürken çok sarıyor bu dünyalar. Hatta bazen yürürken yanımdan
geçenleri de dünyama dahil ediyorum. En son birini yıldızlararası savaşı
başlatan kötü karakter yapmıştım. Üzgünüm, kötülere de ihtiyacımız var.
Fakat
gerçek dünya... Evet, kafamın içinde ilelebet yaşayamıyorum. Kaliteli bir gün
geçirmek için sırada mutlak düşmanım var sanırım. Dersler... Masanın başına
geçmeliyim. Bir süre odaklanmalıyım. Hayat savaşıma ara verip birkaç soruyla
cebelleşmeliyim. Kafamdaki sesleri susturmayı başarıp birazcık ilerleme
kaydedersem kendimi şanslı sayarım. Hem belki ilgimi çeken birkaç bilgiyle de
karşılaşırım. Zira bazen ortamda satmak için bazı bilgilere ihtiyaç duyuyorum.
Akşam
vakti gelip çatıyor bu curcuna arasında. Bir insan geceyi hem bu kadar sevip
hem de bu kadar nefret etmemeli zannımca. Bünye için çok sağlıklı bir durum
oluşturmuyor.
Peki
karanlık çökünce insan ne yapar? Belki birkaç mum, biraz müzik, azıcık da
sükunet. Bilemiyorum. Ben hiç sakinliğe eremedim. Müziğin sesi ise içimdekileri
silahlandırmaktan başka bir işe yaramadı.
Yine çok
düşünüyorum sanırım. Bu kadar düşünmenin hasta ettiğini söylemişti dinlediğim
bir psikolog. Haklı olabilir. Zira insan en çok içinde verdiği savaşlarda
yenilir, en çok içinden darbe alır. Diğerlerinden darbe almadığı kadar.
Neyse ki
bugün de rutinsizliğim arasında bir rutini tamamlıyorum. Başım patlıyor.
Gözlerim yorgun düştü. Loş ışığın altında düşüncelerim daha da dizginsiz
oluyor. Üstüme yorgan diye gecenin acımasız karanlığını alıyorum. Yaşam yükünü
bugün de atamadım üstümden. Belki ‘güzel’ ve ‘verimli’ bir gün de olamadı. Fakat
en azından ne olduğumu ve olmadığımı bugün de biliyorum. Yarın ne getirecek
henüz bilmiyorum lakin içimde bir savaşı daha kazandım.
Şimdilik dünyanın sesini kısıp kafamda yeni
hayatlar kurup onları tekrardan yıkmalıyım. Yazacağım çok hikâye, yaşatacağım
çok karakter var. Yarın dünyayla olan tek kişilik savaşıma kaldığım yerden
devam ederim.
İyi geceler koca, yaşlı, şişko dünya ve diğer sakinleri.
Siz bizlerin kalemli delisisiniz öğretmenim. Canımızı acıtıyor aslında okuduklarımız. Çünkü yaşadıklarımız... Ama ne demişler okumak iptiladır. Müptelalara selam.
YanıtlaSilKalemli deli... Hayatımda aldığım en güzel iltifat olabilir. Teşekkür ederim. :)
Sil