Ana içeriğe atla

İç Savaş

   Eşsiz olmasını planladığım bir sabaha daha uyandım. Yeniden başlıyoruz. Bugün hangi savaşa gireceğimi bilmiyorum. Hangi canavarlarımla yüzleşeceğim ise büyük muamma. Zaten elimi bırakmayan geçmişimin varlığına çoktan alıştım. Güzel bir sabah için bir rutin oluşturun diyorlar. Benim rutinim neydi? Önce hayatı mı sorguluyordum yoksa yüzümü mü yıkıyordum? Yatağımı toplamadan önce yaptığım son şey kafamın içindeki sesleri milyonuncu kez susturmak oluyordu sanırım. Bilemiyorum. Her sabah sıraları oturtamıyorum kafamda. 

   Güzel bir kahvaltı zihne ve ruha iyi geliyormuş. Öyle diyorlar. Ben kendimle konuşmaktan ne yediğimi hatırlayamıyorum bazen. Herkeste böyle midir acaba? Yani her insan kendisiyle uzun sohbetlere girip kendi kafasında kavga çıkartıyor mudur? Gerçi bunlar önemli değil. Karşıdan cevap gelmediği sürece kendi kendime konuşmaya devam edebilirim. Hem psikolog fiyatları da çok artmış. Herkese terapi sertifikası dağıtılmalı. Bence her insan kendisine de terapi yapabilmeli canım.

   Neyse, yine konular karıştı. Hep böyle oluyor. Ne diyordum? Evet, güzel bir gün. 

   Biraz yürüyüşe çıkmak iyi gelir diye biliyorum. Minik çocukların, telaşlı ebeveynlerin, suratından bıktığı anlaşılan yılgın insanların, birkaç sevimli kedi ve köpeğin arasında yürüyüşe çıkıyorum. Şu sıcak havalar olmasa güzel bir günü bu yürüyüşlerle yakalayabilirim aslında. Zira sıcak beni bazen çok sinirlendiriyor. 

   Yürürken insan ne düşünür? Yani sağlık için ne düşünmeli? İnsanlar arasında bunun da bir ideali var mıdır? Yoksa herkes 'herkes'i umursamadan kafasında dünyalar kurup başka dünyaları yıkıyor mudur? Ben bazen fantastik bir dünyanın kahramanı olabiliyorum. Ya da bir bilim-kurgu kitabında okunmayı bekleyen az fiyakalı ama varlığıyla başrolü ayakta tutan yan karaktere dönüşebiliyorum. Ne yalan söyleyeyim yürürken çok sarıyor bu dünyalar. Hatta bazen yürürken yanımdan geçenleri de dünyama dahil ediyorum. En son birini yıldızlararası savaşı başlatan kötü karakter yapmıştım. Üzgünüm, kötülere de ihtiyacımız var.

   Fakat gerçek dünya... Evet, kafamın içinde ilelebet yaşayamıyorum. Kaliteli bir gün geçirmek için sırada mutlak düşmanım var sanırım. Dersler... Masanın başına geçmeliyim. Bir süre odaklanmalıyım. Hayat savaşıma ara verip birkaç soruyla cebelleşmeliyim. Kafamdaki sesleri susturmayı başarıp birazcık ilerleme kaydedersem kendimi şanslı sayarım. Hem belki ilgimi çeken birkaç bilgiyle de karşılaşırım. Zira bazen ortamda satmak için bazı bilgilere ihtiyaç duyuyorum.

   Akşam vakti gelip çatıyor bu curcuna arasında. Bir insan geceyi hem bu kadar sevip hem de bu kadar nefret etmemeli zannımca. Bünye için çok sağlıklı bir durum oluşturmuyor. 

   Peki karanlık çökünce insan ne yapar? Belki birkaç mum, biraz müzik, azıcık da sükunet. Bilemiyorum. Ben hiç sakinliğe eremedim. Müziğin sesi ise içimdekileri silahlandırmaktan başka bir işe yaramadı. 

   Yine çok düşünüyorum sanırım. Bu kadar düşünmenin hasta ettiğini söylemişti dinlediğim bir psikolog. Haklı olabilir. Zira insan en çok içinde verdiği savaşlarda yenilir, en çok içinden darbe alır. Diğerlerinden darbe almadığı kadar. 

   Neyse ki bugün de rutinsizliğim arasında bir rutini tamamlıyorum. Başım patlıyor. Gözlerim yorgun düştü. Loş ışığın altında düşüncelerim daha da dizginsiz oluyor. Üstüme yorgan diye gecenin acımasız karanlığını alıyorum. Yaşam yükünü bugün de atamadım üstümden. Belki ‘güzel’ ve ‘verimli’ bir gün de olamadı. Fakat en azından ne olduğumu ve olmadığımı bugün de biliyorum. Yarın ne getirecek henüz bilmiyorum lakin içimde bir savaşı daha kazandım.

   Şimdilik dünyanın sesini kısıp kafamda yeni hayatlar kurup onları tekrardan yıkmalıyım. Yazacağım çok hikâye, yaşatacağım çok karakter var. Yarın dünyayla olan tek kişilik savaşıma kaldığım yerden devam ederim.

   İyi geceler koca, yaşlı, şişko dünya ve diğer sakinleri.

Yorumlar

  1. Siz bizlerin kalemli delisisiniz öğretmenim. Canımızı acıtıyor aslında okuduklarımız. Çünkü yaşadıklarımız... Ama ne demişler okumak iptiladır. Müptelalara selam.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kalemli deli... Hayatımda aldığım en güzel iltifat olabilir. Teşekkür ederim. :)

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Dost, Bir Kelam, Bir Şiir

     Sevgili Hikmet Bey, öyle uzun zaman oldu ki sesinizi duymayıp kelamlarınızla hemhal olmayalı... Hayatımın en çıkmaza girdiği, en çözümsüz kaldığım ve en bîçare hissettiğim döneminde elinizi eteğinizi çektiniz benden. Eskiden ben de ne çok şey anlatırdım. Ekseriyetle sükuta gömülürdünüz lakin derin bir duyuşla dinlerdiniz. Etrafımdan herkesin çekildiği, çevremin ıssızlaştığı dönemlerde dahi köşenizde oturur öylece seyrederdiniz hayatımın akışını. Ne düşünürdünüz, bilmem. Lakin çok içli bakardınız. Yalan yok, bazen ben bile kendime üzülürdüm sizin mahzun bakışlarınızdan ötürü. Tabi bana mı üzülürdünüz yoksa bir kere olduğunu fark etmeyip öylece harcadığım hayatıma mı, karar veremiyorum. Bu ikileme de son zamanlarda düştüğümü belirtmeliyim.    Dönüp baktığımda sanki bende çok varmış da etrafa dağıtmam gerekiyormuş gibi fütursuzca harcamışım duygularımı. Çok sevmiş, çok tevazu göstermişim. Her şeyi alttan almış, beni parçalayan şeyleri sanki canımı teğet geçm...

İmkanlar İçinde İmkansızlıklar Listesi

     Hayatı bir yabancı gibi yaşamak nasıl bir şey bilir misin Hikmet Bey? Ben çok iyi bilirim. Hep uzaktan izlersin. Dışlanmış küçük bir çocuk gibi mutsuz hissedersin. Hayat akar, insanlar hayatını yaşar ama sen hep buruk ve eksik kalırsın. İşin kötü tarafıysa küçük çocuk gibi kenara çekilip hayatın akışına izin veremezsin. Daha doğrusu hayat senin yakanı bırakmaz. Muhakkak devam etmen gerekir. Ne kadar kötü hissedersen hisset sana yol vermez. İki dakika nefeslenmene katlanamaz.    Sen hayatı bir perdenin ardından izlerken aynı hayat seni yaşamaya zorlar. Sırf bu yüzden diğer insanlar içinde ruhsuz bir bedende nefes almaya devam edersin. Yersin, içersin, sohbet eder hatta gülersin. Hepsinin içinde en çok gülmek acıtır. Canın böylesine yanarken gülmek çok zor gelir çünkü. Acına, yaşanmışlıklarına, en çok da yaşanması mümkünken yaşanmamışlıklarına hakaret sayarsın gülmeyi. Ama imtihan da budur ya: Seni en çok zorlayan anda dirayetli kalabilmek.    B...

İki Kelimelik Mektup

    Tanrım... diye başlamıştı bir mektup.    Uzun susuşlar ve sessiz ağlayışlar sonunda edilen tek kelam 'Amin.' olmuştu ki bu mektubun ikinci ve son cümlesiydi.    Kısalığına rağmen dünyanın en uzun cümleleri kurulmuştu bu iki kelam arasında. Bir insanın susarak ne çok şey anlatacağına dair kanıt niteliğindeydi. Belki yakarış, belki iç dökme, belki de şikayet mektubuydu. Gerçi yeryüzünde, insanı bunlar dışında hangi mesele büyük bir suskunluğa hapsedebilirdi ki? Zira için için yanmayan hiçbir varlık susmanın, susarak konuşmanın, sessiz haykırışlarla yalvarmanın yükünü omuzlayamazdı. Ancak derinden yanan bir yürek bu yükün karşısında dağ gibi durup içinde attığı bedeni böylesi bir ateşte yürütebilirdi.    Ateşlerde kavrulmamış bir fani 'Tanrım' diye yakaramazdı. Zaten cennetten kovulmamış hiçbir faninin yolu da tanrısına düşmezdi. Yolu bazen sağa bazen sola kıvrılırdı. Lakin yolun ne tozu üstüne sinerdi ne rüzgarı tenini incitirdi. Teni incinenle...