Uzun susuşlar ve sessiz ağlayışlar sonunda edilen tek kelam 'Amin.' olmuştu ki bu mektubun ikinci ve son cümlesiydi.
Kısalığına rağmen dünyanın en uzun cümleleri kurulmuştu bu iki kelam arasında. Bir insanın susarak ne çok şey anlatacağına dair kanıt niteliğindeydi. Belki yakarış, belki iç dökme, belki de şikayet mektubuydu. Gerçi yeryüzünde, insanı bunlar dışında hangi mesele büyük bir suskunluğa hapsedebilirdi ki? Zira için için yanmayan hiçbir varlık susmanın, susarak konuşmanın, sessiz haykırışlarla yalvarmanın yükünü omuzlayamazdı. Ancak derinden yanan bir yürek bu yükün karşısında dağ gibi durup içinde attığı bedeni böylesi bir ateşte yürütebilirdi.
Koca bir kazan fokur fokur kaynarken niçin etrafa da
sıçramasaydı ki?
Niçin onu yakanı da yakmasaydı o ateş?
Niçin onları da Âdem gibi yalvartmasaydı?
Yanmak mevzu değildi. Asıl mesele yanarken yakmamaktı. Korunu sıçratmadan külfetsizce yanmak, yandıkça kül olmamaktı.
Yanmak elbette mevzu değildi. Lakin yanarken tek çıtırtı bile çıkarmamak... Ne zordu içinde ateşi, elinde barutu tutmak. Ne zordu dünyayı da ateşe verecek gücü taşıyıp kenarda bîçâre gibi yaşamak. Ne zordu ölüyü ve diriyi tek yürekte taşımak.
Bir zamanlar bir Âdem'in elinde "Tanrım..." diye başlamıştı bir mektup. Amin, diyerek son bulmuştu.
Tanrım...
Amin.
Yorumlar
Yorum Gönder