Ana içeriğe atla

Bir Elif Miktarı Suskunluk

    Tanrım, ben geldim. Yeniden. İçimde seninle konuşurken yüzyılları devirdim. Halbuki yalnızca birkaç sene geçmiş. Verdiğin, vermediğin, öğrettiğin, öğretmediğin, açtığın ve kapattığın yollar üzerine çok düşündüm. Çok konuştum. Bazı ihtimalleri çok direttim. Bazen de kendimi tükettim. Yaşadığım çeyrek asırlık hayatta sürekli didindim anlaşılmak denen laneti aşabilmek için.

   Tanrım, beni bilirsin. Ben çok konuştum. O yüzden benim konuşmaya pek takatim kalmadı. Çok güvendiğim kelimelerim bile ellerimi bıraktılar. Birer özgürlük savaşçısı olup kalemime, defterime, sesime savaş açtılar. Hiçbiri bana ait değil. Belki de en başından beri bana ait değillerdi. Ben haddimi aşıp onları, duvarları hiçlikten örülmüş bir odaya tıkmaya çalıştım. Fakat ne yapabilirim ki? Anlaşılmaya mecbur bırakılmış aciz bir insan, kelamdan başka neye sığınır böylesine? Sığınmazsa nasıl anlaşılır?

   Keşke insan olma sorumluluğunun bunca ağır olduğunu söyleseydin Tanrım. Söylediysen bile keşke bir kere daha hatırlatsaydın. Yahut bunca zorluk arasında, yaşamını birilerinin giyotin masalarında geçirmiş ve ruhu çoktan ellerinden alınmışlar için bir çıkış yolu reçetesi yazsaydın. Dünyanın acımasız dehlizlerinde yuvarlanırken çıkış yazısını aramak bazen çok fazla yorucu olabiliyor.

   Tanrım, bilmiyorum ilk insana öğretmiş miydin ama susmayı öğrenmek istiyorum.

  Anlatmaktan ve anlaşılmaktan vazgeçmiş biri nasıl susar Tanrım? Yahut susmak mümkün mü, konuşmaya bu kadar meraklı bir varlık için? Ya da susmanın kaç çeşidi var bu diyarda?

   Neyse ki soracağım soruların sonu yok. Hiç cevap alamayacağımı bilsem bile çok sorum var. Biriktirdiğim çok fazla cümle var içimde sana ve yarattıklarına dair.

   Tanrım, ben yarattığın çok bilinmezli denklemlerden biriyim. İnsan olmayı neden bu kadar zor kıldın bilmiyorum. Bir yaşam rehberi neden vermedin, onu da bilmiyorum. Açıkçası hayata ve diğer insanlara karşı artık bir şey bilmek de istemiyorum.

   Belki son olmayacak ama şimdilik senden tek bir ricam olacak. Ben artık biraz susmak istiyorum. Elimde hayat yolumu kirletmiş birkaç can kırığı, artık göğüs kafesimi zorlayan ve içinde birkaç dönemlik nefes taşıyan bir yürek, insanların elinde oyuncak olup anlamını kaybetmiş, çokça yıpranmış bir ruh var.

   Bunların karşılığında bir nefeslik susuş bahşeder misin bana?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Dost, Bir Kelam, Bir Şiir

     Sevgili Hikmet Bey, öyle uzun zaman oldu ki sesinizi duymayıp kelamlarınızla hemhal olmayalı... Hayatımın en çıkmaza girdiği, en çözümsüz kaldığım ve en bîçare hissettiğim döneminde elinizi eteğinizi çektiniz benden. Eskiden ben de ne çok şey anlatırdım. Ekseriyetle sükuta gömülürdünüz lakin derin bir duyuşla dinlerdiniz. Etrafımdan herkesin çekildiği, çevremin ıssızlaştığı dönemlerde dahi köşenizde oturur öylece seyrederdiniz hayatımın akışını. Ne düşünürdünüz, bilmem. Lakin çok içli bakardınız. Yalan yok, bazen ben bile kendime üzülürdüm sizin mahzun bakışlarınızdan ötürü. Tabi bana mı üzülürdünüz yoksa bir kere olduğunu fark etmeyip öylece harcadığım hayatıma mı, karar veremiyorum. Bu ikileme de son zamanlarda düştüğümü belirtmeliyim.    Dönüp baktığımda sanki bende çok varmış da etrafa dağıtmam gerekiyormuş gibi fütursuzca harcamışım duygularımı. Çok sevmiş, çok tevazu göstermişim. Her şeyi alttan almış, beni parçalayan şeyleri sanki canımı teğet geçm...

İmkanlar İçinde İmkansızlıklar Listesi

     Hayatı bir yabancı gibi yaşamak nasıl bir şey bilir misin Hikmet Bey? Ben çok iyi bilirim. Hep uzaktan izlersin. Dışlanmış küçük bir çocuk gibi mutsuz hissedersin. Hayat akar, insanlar hayatını yaşar ama sen hep buruk ve eksik kalırsın. İşin kötü tarafıysa küçük çocuk gibi kenara çekilip hayatın akışına izin veremezsin. Daha doğrusu hayat senin yakanı bırakmaz. Muhakkak devam etmen gerekir. Ne kadar kötü hissedersen hisset sana yol vermez. İki dakika nefeslenmene katlanamaz.    Sen hayatı bir perdenin ardından izlerken aynı hayat seni yaşamaya zorlar. Sırf bu yüzden diğer insanlar içinde ruhsuz bir bedende nefes almaya devam edersin. Yersin, içersin, sohbet eder hatta gülersin. Hepsinin içinde en çok gülmek acıtır. Canın böylesine yanarken gülmek çok zor gelir çünkü. Acına, yaşanmışlıklarına, en çok da yaşanması mümkünken yaşanmamışlıklarına hakaret sayarsın gülmeyi. Ama imtihan da budur ya: Seni en çok zorlayan anda dirayetli kalabilmek.    B...

İki Kelimelik Mektup

    Tanrım... diye başlamıştı bir mektup.    Uzun susuşlar ve sessiz ağlayışlar sonunda edilen tek kelam 'Amin.' olmuştu ki bu mektubun ikinci ve son cümlesiydi.    Kısalığına rağmen dünyanın en uzun cümleleri kurulmuştu bu iki kelam arasında. Bir insanın susarak ne çok şey anlatacağına dair kanıt niteliğindeydi. Belki yakarış, belki iç dökme, belki de şikayet mektubuydu. Gerçi yeryüzünde, insanı bunlar dışında hangi mesele büyük bir suskunluğa hapsedebilirdi ki? Zira için için yanmayan hiçbir varlık susmanın, susarak konuşmanın, sessiz haykırışlarla yalvarmanın yükünü omuzlayamazdı. Ancak derinden yanan bir yürek bu yükün karşısında dağ gibi durup içinde attığı bedeni böylesi bir ateşte yürütebilirdi.    Ateşlerde kavrulmamış bir fani 'Tanrım' diye yakaramazdı. Zaten cennetten kovulmamış hiçbir faninin yolu da tanrısına düşmezdi. Yolu bazen sağa bazen sola kıvrılırdı. Lakin yolun ne tozu üstüne sinerdi ne rüzgarı tenini incitirdi. Teni incinenle...