Ana içeriğe atla

S2.B1/Karanlık


  Paramparça olmuş bir testiyi eskisi gibi onaramazsın. Kurumuş çiçekleri yeniden renklerle dolduramazsın.”

   Yine aynı hatayı yaptım Hikmet Bey. Şu kâinat üstünde yaratılmış en aciz varlığa güvendim. Yetmedi, emek de verdim. Büyük çabalar sarf ettim insan yanımı koruyabilmek için. Kan revan içindeyken ‘Gül bahçesinden henüz yeni çıktım.’ dedim. Gülsünler istedim. Çok gülsünler. Daha da ileriye gittim. Sevsinler istedim. Kelam soframa aldım, derdimi bölüştüm. Gönül yarasına merhem güzel kelamdır, dedim. Şu içimde acıyan yere bir dost nefesi değsin, değsin de bahar gelsin hüzün kokan gönlüme dedim.

   Yine anlatamadım derdimi. İçimde kalan her güzel şeyi büyük bir öfkeyle parçalayan o ‘şeyi’ hiçbir insana anlatamadım. Derinlerimde yükselen fırtınayı gösteremedim. Bir kış akşamı dost meclisinde otururken gülerek anlattığım feveranı koca bir şaka sandılar. Öyle de ağız dolusuyla güldüler ki… Yine anlatamadım.

   “İçimdeki iyiyi kaybediyorum.” dedim. Çok istedim yardım etsinler, tutsunlar elinden yüreğimin. Karanlığın altına gömülüp kalmak istemedim. Meğer hakikati konuşunca gözlerini kaçırır, kulaklarını kapatır olmuşlar. Bilemedim.

   Fakat yine de denedim. Hiç yorulmam dedim, hiç sendelemem. Koştum var gücümle peşlerinden. Gel gör ki koca bir rüyadaymışım ben. Öyle ya, insan hayal içindeyken koştuğuna hiçbir zaman yetişemez ve aksine ardından gelen ölümcül darbeler elini insanın yakasından tek bir an çekmez.

   O kötücül hislerin yakana yapıştığı an…

   İşte o an uyanırsın rüyadan. Kışın ortasında yüzüne çarpan rüzgâr gibi zalimce karşında durur gerçekler. Derin nefesler alırsın ama o his… O hissi yakandan atamazsın.

   Ben bir süre önce kötü bir rüyadan uyandım Hikmet Bey. Nefes nefese kaldım uzun bir zaman. Dönüp baktığımda sendelemem dediğim yerin ortasında mahvolmuş haldeydim. Beni anladığını, sevdiğini söyleyenlerin sesleri bir kabustan kalan yankılardı sadece.

   Şimdilerde bu sonsuz karanlığın ortasında bir ben varım. Dizlerim yara, bere içinde. Gözlerim kan çanağına dönmüş. Sırtımdaki yaşamak yükü olanca ağırlığıyla varlığını hala hissettiriyor.

   Aslında bakarsan ben hata yapmadım. Bu kadar zaman bildiğim yolda, bildiğimi sandığım insanlarla yürüdüm Hikmet Bey. Anlattım, anlamadılar. Söyledim, dinlemediler. Gittim, gelmediler. Tüm benliklerini kabul ettim, beni saf halimle kabul etmediler.

   Ne yazık! Hayatımın bu bölümünde artık hiçbir cümleye ihtiyacım yok. Hiçbir gözyaşına, hiçbir özre ve soluklanacak hiçbir dağa… Karanlığın en ortasına gömülüp oranın adını adım yapana dek geçen sürede beni biraz dinleselerdi bilirlerdi:

   "Paramparça olmuş bir testiyi eskisi gibi onaramazsın. Kurumuş çiçekleri yeniden renklerle dolduramazsın.”



Yorumlar

  1. Gökkuşağı’nın güzelliği renklerin çokluğundan ziyade uyumlarının güzelliği aşina gözleri tekrar tekrar baktırmaya teşvik etmelerinden dir!

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Dost, Bir Kelam, Bir Şiir

     Sevgili Hikmet Bey, öyle uzun zaman oldu ki sesinizi duymayıp kelamlarınızla hemhal olmayalı... Hayatımın en çıkmaza girdiği, en çözümsüz kaldığım ve en bîçare hissettiğim döneminde elinizi eteğinizi çektiniz benden. Eskiden ben de ne çok şey anlatırdım. Ekseriyetle sükuta gömülürdünüz lakin derin bir duyuşla dinlerdiniz. Etrafımdan herkesin çekildiği, çevremin ıssızlaştığı dönemlerde dahi köşenizde oturur öylece seyrederdiniz hayatımın akışını. Ne düşünürdünüz, bilmem. Lakin çok içli bakardınız. Yalan yok, bazen ben bile kendime üzülürdüm sizin mahzun bakışlarınızdan ötürü. Tabi bana mı üzülürdünüz yoksa bir kere olduğunu fark etmeyip öylece harcadığım hayatıma mı, karar veremiyorum. Bu ikileme de son zamanlarda düştüğümü belirtmeliyim.    Dönüp baktığımda sanki bende çok varmış da etrafa dağıtmam gerekiyormuş gibi fütursuzca harcamışım duygularımı. Çok sevmiş, çok tevazu göstermişim. Her şeyi alttan almış, beni parçalayan şeyleri sanki canımı teğet geçm...

İmkanlar İçinde İmkansızlıklar Listesi

     Hayatı bir yabancı gibi yaşamak nasıl bir şey bilir misin Hikmet Bey? Ben çok iyi bilirim. Hep uzaktan izlersin. Dışlanmış küçük bir çocuk gibi mutsuz hissedersin. Hayat akar, insanlar hayatını yaşar ama sen hep buruk ve eksik kalırsın. İşin kötü tarafıysa küçük çocuk gibi kenara çekilip hayatın akışına izin veremezsin. Daha doğrusu hayat senin yakanı bırakmaz. Muhakkak devam etmen gerekir. Ne kadar kötü hissedersen hisset sana yol vermez. İki dakika nefeslenmene katlanamaz.    Sen hayatı bir perdenin ardından izlerken aynı hayat seni yaşamaya zorlar. Sırf bu yüzden diğer insanlar içinde ruhsuz bir bedende nefes almaya devam edersin. Yersin, içersin, sohbet eder hatta gülersin. Hepsinin içinde en çok gülmek acıtır. Canın böylesine yanarken gülmek çok zor gelir çünkü. Acına, yaşanmışlıklarına, en çok da yaşanması mümkünken yaşanmamışlıklarına hakaret sayarsın gülmeyi. Ama imtihan da budur ya: Seni en çok zorlayan anda dirayetli kalabilmek.    B...

İki Kelimelik Mektup

    Tanrım... diye başlamıştı bir mektup.    Uzun susuşlar ve sessiz ağlayışlar sonunda edilen tek kelam 'Amin.' olmuştu ki bu mektubun ikinci ve son cümlesiydi.    Kısalığına rağmen dünyanın en uzun cümleleri kurulmuştu bu iki kelam arasında. Bir insanın susarak ne çok şey anlatacağına dair kanıt niteliğindeydi. Belki yakarış, belki iç dökme, belki de şikayet mektubuydu. Gerçi yeryüzünde, insanı bunlar dışında hangi mesele büyük bir suskunluğa hapsedebilirdi ki? Zira için için yanmayan hiçbir varlık susmanın, susarak konuşmanın, sessiz haykırışlarla yalvarmanın yükünü omuzlayamazdı. Ancak derinden yanan bir yürek bu yükün karşısında dağ gibi durup içinde attığı bedeni böylesi bir ateşte yürütebilirdi.    Ateşlerde kavrulmamış bir fani 'Tanrım' diye yakaramazdı. Zaten cennetten kovulmamış hiçbir faninin yolu da tanrısına düşmezdi. Yolu bazen sağa bazen sola kıvrılırdı. Lakin yolun ne tozu üstüne sinerdi ne rüzgarı tenini incitirdi. Teni incinenle...