Ana içeriğe atla

Sessizlikle Can Bulmuş Acı

    Kıyametler kopuyor içimde. Durduk yere başlıyor kıyamet şehrinin akınları. Öyle bir akın ki nefes aldırmıyor koskoca bedene. Büyük, gösterişli evlerde dahi küçük kalıyorum. Sığamıyorum bu bedene, bu şehre ve karanlıktan inşa edilmiş bu kainata. Sarsılıyor tüm normlarım. Koca yirmi bir senede inşa ettiğim doğrularım anlamını yitiriyor ve dünyanın hakikatle yoğrulmuş yanlışlarıyla karşı karşıya kalıyorum. Lakin aciz bedenim tüm bunları kaldırmak için fazla yorgun. Henüz anlıyorum bu gerçeği de. Keşke biri beni uyarsaydı bu acımasızlıklara karşı.

   Neyse, yine de derin bir nefes çekiyorum içime. Artık anlam yüklemiyorum ama. Mükemmel ve anlamlı olmak zorunda değil nefeslerim ve dahi geçen günlerim. Gelişine yaşıyorum. Lakin beni bitirecek bu durum. Bunu da biliyorum. Ne acı! Yapacak hiçbir şeyim yok. Aklımdan geçenlere ve beynimi yercesine konuşanlara karşı koyamıyorum. 

   Dünya kargaşası içinde insanlar gelip geçiyor. Hayat akıyor. Ben öylece duruyorum. İzlemek ne zor şeymiş meğerse. Öylece beklemek, dünyanın akışı içinde bir yer edinememek... Ben küçükken çaresizliği ip atlarken koşup da o ipe yetişememek, takılıp düşmek sanardım. Büyüdüm. Artık çaresizliğin kaç farklı anlama denk düştüğünü biliyorum ve ilk defa bilmekten hicap duyuyorum.Keşke biri bilmenin ağırlığından bahsetseydi.

   Ama yine de yaşıyorum. Tek avuntum bu. Gerçi bazı bazı bunun yaşamak kelimesine denk gelip gelmediğini de sorgulamıyor değilim. Çünkü diğer insanlar yaşamayı böyle tarif etmiyorlar. Anlam içre yaşıyorlar ve yaşamaktan dolu dolu zevk alıyorlar. Şikayetleri de oluyor ama can yakmıyor. En azından öyle diyorlar. Düşmek onlar için kalkmanın en zevkli kısmıymış. Ben niçin düşmeyi en büyük eksiklik varsayıyorum öyleyse? Niçin düştüğüm yerden kuyunun diğer ucunu göremiyorum. Her yer karanlık. Bu insanların anlattığı mavilikler nereye saklandı? 

   Artık hiçbir şey çare olmuyor yaralarıma. Acısını dindirecek, onları saracak bir şey bulamıyorum etrafta. Gerçi bulmaya çalışsam da karanlığı ne ile hafifletip aradığımı bulabilirim, bilmiyorum. 

   İşin özü, yalnızım. En yakınlarım dahi anlamıyor artık. Daha doğrusu ben anlatamıyorum. Hem çığlık çığlığa bağırıp da durulmamış bir sessizlik nasıl anlatılır? Anlatılsa hangi kelimeler kullanılır? Sessizlik yalnızca sessizlikle bir cümlede anılır. O da gerekli merhemi bulmaya yetmez. Kainat üstündeki kimse tarafından anlaşılmaz. 

   Keşke çok önceleri, ruh bedene girmeden, sessizlikle can bulmuş acının tarifini bana verselerdi.

   Keşke, keşke demenin ağırlığını omuzlamak zorunda kalmasaydım. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Dost, Bir Kelam, Bir Şiir

     Sevgili Hikmet Bey, öyle uzun zaman oldu ki sesinizi duymayıp kelamlarınızla hemhal olmayalı... Hayatımın en çıkmaza girdiği, en çözümsüz kaldığım ve en bîçare hissettiğim döneminde elinizi eteğinizi çektiniz benden. Eskiden ben de ne çok şey anlatırdım. Ekseriyetle sükuta gömülürdünüz lakin derin bir duyuşla dinlerdiniz. Etrafımdan herkesin çekildiği, çevremin ıssızlaştığı dönemlerde dahi köşenizde oturur öylece seyrederdiniz hayatımın akışını. Ne düşünürdünüz, bilmem. Lakin çok içli bakardınız. Yalan yok, bazen ben bile kendime üzülürdüm sizin mahzun bakışlarınızdan ötürü. Tabi bana mı üzülürdünüz yoksa bir kere olduğunu fark etmeyip öylece harcadığım hayatıma mı, karar veremiyorum. Bu ikileme de son zamanlarda düştüğümü belirtmeliyim.    Dönüp baktığımda sanki bende çok varmış da etrafa dağıtmam gerekiyormuş gibi fütursuzca harcamışım duygularımı. Çok sevmiş, çok tevazu göstermişim. Her şeyi alttan almış, beni parçalayan şeyleri sanki canımı teğet geçm...

İmkanlar İçinde İmkansızlıklar Listesi

     Hayatı bir yabancı gibi yaşamak nasıl bir şey bilir misin Hikmet Bey? Ben çok iyi bilirim. Hep uzaktan izlersin. Dışlanmış küçük bir çocuk gibi mutsuz hissedersin. Hayat akar, insanlar hayatını yaşar ama sen hep buruk ve eksik kalırsın. İşin kötü tarafıysa küçük çocuk gibi kenara çekilip hayatın akışına izin veremezsin. Daha doğrusu hayat senin yakanı bırakmaz. Muhakkak devam etmen gerekir. Ne kadar kötü hissedersen hisset sana yol vermez. İki dakika nefeslenmene katlanamaz.    Sen hayatı bir perdenin ardından izlerken aynı hayat seni yaşamaya zorlar. Sırf bu yüzden diğer insanlar içinde ruhsuz bir bedende nefes almaya devam edersin. Yersin, içersin, sohbet eder hatta gülersin. Hepsinin içinde en çok gülmek acıtır. Canın böylesine yanarken gülmek çok zor gelir çünkü. Acına, yaşanmışlıklarına, en çok da yaşanması mümkünken yaşanmamışlıklarına hakaret sayarsın gülmeyi. Ama imtihan da budur ya: Seni en çok zorlayan anda dirayetli kalabilmek.    B...

İki Kelimelik Mektup

    Tanrım... diye başlamıştı bir mektup.    Uzun susuşlar ve sessiz ağlayışlar sonunda edilen tek kelam 'Amin.' olmuştu ki bu mektubun ikinci ve son cümlesiydi.    Kısalığına rağmen dünyanın en uzun cümleleri kurulmuştu bu iki kelam arasında. Bir insanın susarak ne çok şey anlatacağına dair kanıt niteliğindeydi. Belki yakarış, belki iç dökme, belki de şikayet mektubuydu. Gerçi yeryüzünde, insanı bunlar dışında hangi mesele büyük bir suskunluğa hapsedebilirdi ki? Zira için için yanmayan hiçbir varlık susmanın, susarak konuşmanın, sessiz haykırışlarla yalvarmanın yükünü omuzlayamazdı. Ancak derinden yanan bir yürek bu yükün karşısında dağ gibi durup içinde attığı bedeni böylesi bir ateşte yürütebilirdi.    Ateşlerde kavrulmamış bir fani 'Tanrım' diye yakaramazdı. Zaten cennetten kovulmamış hiçbir faninin yolu da tanrısına düşmezdi. Yolu bazen sağa bazen sola kıvrılırdı. Lakin yolun ne tozu üstüne sinerdi ne rüzgarı tenini incitirdi. Teni incinenle...