İnsanların tırnaklarıyla yukarı çıkma çabalarının yanında ben nefes dahi almayı zahmet biliyorum. Bu beni çok yorgun ve çok aciz hissettiriyor. Hani bilirsin o hissi; düşkünlük vaktinde ufacık bir işi dahi yapamazsın da başkasına muhtaç kalırsın ya... Boğulursun sonra. 'Allah'ım' dersin. 'Allah'ım şu muhtaçlık yerine bir parça kefenle eş olsaydım.'
Bu bile anlatamıyor şu rezil ruh halini. Ruhum cehennemin yedi kat dibinde acılar içinde kıvranırken ben hayata, insanlara, zamana yetişmeye çalışıyorum. Sürekli koşuyorum. Neye, niye koştuğumu dahi bilmeden nefes nefese kalışımı izliyorum.
Düşünüyorum da Hikmet Bey, acaba bende bir sorun mu var?
Ben gök ehlinin dahi dönüp yanlışlıkla da olsa bakmak istemediği karanlık bir ruh muyum acep? Bunca dipteyken görülmeyen herhangi bir varlık mıyım?
Herkesin beni, benim de Yaradanı aradığım bir Anka kuşuyken sesi duyulmayan aciz, basit bir kuş mu oldum? Yoksa bir kuşu bile aciz gördüğüm, uçmanın sırrına eremediğim için binlerce yıllık ruhların, sessiz çığlıklarının sesi olmuş bir ruhla mı cezalandırıldım?
Çocukluktan hafızama kazıdığım ve şimdilerde üstü tozlanmış güzel anıların acı çığlıklarını duyacak kadar ne olmuş olabilir bana Hikmet Bey? Oysa düştüğümde kalkmayı öğretmişti annem. Ki ben annemin her öğretisini kutsal saymış bir çocuktum. Bu kutsiyet nerede, kim tarafından katledildi? Çünkü annemin sesi bile çok buğulu geliyor. Hangi kötü hislerle kirlendi o cam? Kim kapattı benim aydınlık yarınlara bakan penceremi?
Şimdilerde ne o pencereyi aralayacak güç var kollarımda ne de güzel günlere bakacak fer var gözlerimde.
Ben ölümü dahi ertelemiş biriyim Hikmet Bey. Ve hiç kimse, hiçbir ruh ölümü erteleyecek kadar cesurlaşmamalı bu hengamede.
Yorumlar
Yorum Gönder