Ana içeriğe atla

Bir Ömre Yakılan Ağıt

   İnsanlar Hikmet Bey, insanlar hayaller kuruyorlar. Düşüyorlar. Düşlüyorlar da. Hatta düştükleri kadar kalkıyorlar da. Birtakım engeller yaşıyorlar şu girdap dolu hayatta. Fakat girdap içinde bir damla olmuyorlar. Hep teğet geçiyorlar bu girdaba. Sallantılı bir hayat içre yaşasalar da gönül hanelerini o sallantıya kurban etmiyorlar. Çok özeniyorum Hikmet Bey ve bir o kadar da üzülüyorum. 

   İnsanların tırnaklarıyla yukarı çıkma çabalarının yanında ben nefes dahi almayı zahmet biliyorum. Bu beni çok yorgun ve çok aciz hissettiriyor. Hani bilirsin o hissi; düşkünlük vaktinde ufacık bir işi dahi yapamazsın da başkasına muhtaç kalırsın ya... Boğulursun sonra. 'Allah'ım' dersin. 'Allah'ım şu muhtaçlık yerine bir parça kefenle eş olsaydım.' 

   Bu bile anlatamıyor şu rezil ruh halini. Ruhum cehennemin yedi kat dibinde acılar içinde kıvranırken ben hayata, insanlara, zamana yetişmeye çalışıyorum. Sürekli koşuyorum. Neye, niye koştuğumu dahi bilmeden nefes nefese kalışımı izliyorum. 

   Düşünüyorum da Hikmet Bey, acaba bende bir sorun mu var?

   Ben gök ehlinin dahi dönüp yanlışlıkla da olsa bakmak istemediği karanlık bir ruh muyum acep? Bunca dipteyken görülmeyen herhangi bir varlık mıyım? 

   Herkesin beni, benim de Yaradanı aradığım bir Anka kuşuyken sesi duyulmayan aciz, basit bir kuş mu oldum? Yoksa bir kuşu bile aciz gördüğüm, uçmanın sırrına eremediğim için binlerce yıllık ruhların, sessiz çığlıklarının sesi olmuş bir ruhla mı cezalandırıldım?

   Çocukluktan hafızama kazıdığım ve şimdilerde üstü tozlanmış güzel anıların acı çığlıklarını duyacak kadar ne olmuş olabilir bana Hikmet Bey? Oysa düştüğümde kalkmayı öğretmişti annem. Ki ben annemin her öğretisini kutsal saymış bir çocuktum. Bu kutsiyet nerede, kim tarafından katledildi? Çünkü annemin sesi bile çok buğulu geliyor. Hangi kötü hislerle kirlendi o cam? Kim kapattı benim aydınlık yarınlara bakan penceremi?

    Şimdilerde ne o pencereyi aralayacak güç var kollarımda ne de güzel günlere bakacak fer var gözlerimde.

  Ben ölümü dahi ertelemiş biriyim Hikmet Bey. Ve hiç kimse, hiçbir ruh ölümü erteleyecek kadar cesurlaşmamalı bu hengamede. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Dost, Bir Kelam, Bir Şiir

     Sevgili Hikmet Bey, öyle uzun zaman oldu ki sesinizi duymayıp kelamlarınızla hemhal olmayalı... Hayatımın en çıkmaza girdiği, en çözümsüz kaldığım ve en bîçare hissettiğim döneminde elinizi eteğinizi çektiniz benden. Eskiden ben de ne çok şey anlatırdım. Ekseriyetle sükuta gömülürdünüz lakin derin bir duyuşla dinlerdiniz. Etrafımdan herkesin çekildiği, çevremin ıssızlaştığı dönemlerde dahi köşenizde oturur öylece seyrederdiniz hayatımın akışını. Ne düşünürdünüz, bilmem. Lakin çok içli bakardınız. Yalan yok, bazen ben bile kendime üzülürdüm sizin mahzun bakışlarınızdan ötürü. Tabi bana mı üzülürdünüz yoksa bir kere olduğunu fark etmeyip öylece harcadığım hayatıma mı, karar veremiyorum. Bu ikileme de son zamanlarda düştüğümü belirtmeliyim.    Dönüp baktığımda sanki bende çok varmış da etrafa dağıtmam gerekiyormuş gibi fütursuzca harcamışım duygularımı. Çok sevmiş, çok tevazu göstermişim. Her şeyi alttan almış, beni parçalayan şeyleri sanki canımı teğet geçm...

İmkanlar İçinde İmkansızlıklar Listesi

     Hayatı bir yabancı gibi yaşamak nasıl bir şey bilir misin Hikmet Bey? Ben çok iyi bilirim. Hep uzaktan izlersin. Dışlanmış küçük bir çocuk gibi mutsuz hissedersin. Hayat akar, insanlar hayatını yaşar ama sen hep buruk ve eksik kalırsın. İşin kötü tarafıysa küçük çocuk gibi kenara çekilip hayatın akışına izin veremezsin. Daha doğrusu hayat senin yakanı bırakmaz. Muhakkak devam etmen gerekir. Ne kadar kötü hissedersen hisset sana yol vermez. İki dakika nefeslenmene katlanamaz.    Sen hayatı bir perdenin ardından izlerken aynı hayat seni yaşamaya zorlar. Sırf bu yüzden diğer insanlar içinde ruhsuz bir bedende nefes almaya devam edersin. Yersin, içersin, sohbet eder hatta gülersin. Hepsinin içinde en çok gülmek acıtır. Canın böylesine yanarken gülmek çok zor gelir çünkü. Acına, yaşanmışlıklarına, en çok da yaşanması mümkünken yaşanmamışlıklarına hakaret sayarsın gülmeyi. Ama imtihan da budur ya: Seni en çok zorlayan anda dirayetli kalabilmek.    B...

İki Kelimelik Mektup

    Tanrım... diye başlamıştı bir mektup.    Uzun susuşlar ve sessiz ağlayışlar sonunda edilen tek kelam 'Amin.' olmuştu ki bu mektubun ikinci ve son cümlesiydi.    Kısalığına rağmen dünyanın en uzun cümleleri kurulmuştu bu iki kelam arasında. Bir insanın susarak ne çok şey anlatacağına dair kanıt niteliğindeydi. Belki yakarış, belki iç dökme, belki de şikayet mektubuydu. Gerçi yeryüzünde, insanı bunlar dışında hangi mesele büyük bir suskunluğa hapsedebilirdi ki? Zira için için yanmayan hiçbir varlık susmanın, susarak konuşmanın, sessiz haykırışlarla yalvarmanın yükünü omuzlayamazdı. Ancak derinden yanan bir yürek bu yükün karşısında dağ gibi durup içinde attığı bedeni böylesi bir ateşte yürütebilirdi.    Ateşlerde kavrulmamış bir fani 'Tanrım' diye yakaramazdı. Zaten cennetten kovulmamış hiçbir faninin yolu da tanrısına düşmezdi. Yolu bazen sağa bazen sola kıvrılırdı. Lakin yolun ne tozu üstüne sinerdi ne rüzgarı tenini incitirdi. Teni incinenle...