Yüzyıllardır aynı cümlenin içinde hapsolmuş ve zamanla anlamını
yitirmiş bir kelimeyim Hikmet Bey. Aynı zamanda gün içinde yanından teğet
geçilen fakat dönüp de varlığı fark edilmeyen yok sayılmaktan yorulmuş bir
garip meczubum. Hepsi birleştiğinde büyük anlamlar oluşturması gerekirken şu
yaşlı gezegende tek bir anlamın dahi aklına gelmiyorum. Öylesine karanlık,
öylesine derin ki bu his; tek başına bir karadelikle eş tutuluyorum.
Düşüyorum, kalkıyorum, hayatın kan kokan dikenli tellerine ellerimi dolayıp bir çocukmuşçasına onunla oynuyorum. Gidiyorum bir tepeye; gürlüyorum, taşıyorum. Lakin bu ölümcül his bir dağ oluyor ve çörekleniyor yüreğime. Bir yürek ne kadar büyük ne kadar tanımsız ne kadar hiçliğe yakın olabilir o anlarda anlıyorum. En çok o anlarda dolaşıyorum kalbimin bilinmez dehlizlerinde.
Şunca cümleyle denk düşene kadar çok kelam harcadım ömrümden. Düşmemek, düşsem de orada kalmamak için sarfettim hepsini. Şu kadarcık hayatımda hep 'yalnızlık' dedim Hikmet Bey. O kadar çok dedim ki, bir süre sonra ben dahi o halka içinde kaybettim benliğimi. Fakat ne hacet o yalnızlığa el sürdürmeye. Daha da büyüdü, koca bir dağ oldu gönlümün ücra köşesinde.
Şimdilerdeyse yalnızlıklarla kurduğum şu ömür içinde ilk defa 'yapayalnız' hissediyorum. Belki bazı hisler ve düşüncelerle baş edememenin sızısını taşıyorumdur yüreğimde. Hem bilmiyorum ki yalnızlık denen bu hisle nasıl baş edilir?
Sen mesela Hikmet Bey; zamanla yarışabilir misin? Tutup elinden zamanın, ona eş olabilir misin? Bir kum saatinin taneleriyle ömrünü aynı kefeye doldurabilir misin? Bir yelkovan ve bir akrebi kırmakla ömürden akan her saniyeyi durdurabilir misin? Senden başka tek zerre sığmayan kefenin içine, 'hayat' denen şu curcunayı da alıp orada başka bir ömür daha geçirebilir misin?
Yani sen Hikmet Bey; yaşam denen bu yolda bir meczup gibi yaşayıp bir arif gibi ölebilir misin?
Yorumlar
Yorum Gönder