Ana içeriğe atla

Yalnızlık Girdabı

  Yüzyıllardır aynı cümlenin içinde hapsolmuş ve zamanla anlamını yitirmiş bir kelimeyim Hikmet Bey. Aynı zamanda gün içinde yanından teğet geçilen fakat dönüp de varlığı fark edilmeyen yok sayılmaktan yorulmuş bir garip meczubum. Hepsi birleştiğinde büyük anlamlar oluşturması gerekirken şu yaşlı gezegende tek bir anlamın dahi aklına gelmiyorum. Öylesine karanlık, öylesine derin ki bu his; tek başına bir karadelikle eş tutuluyorum.

   Düşüyorum, kalkıyorum, hayatın kan kokan dikenli tellerine ellerimi dolayıp bir çocukmuşçasına onunla oynuyorum. Gidiyorum bir tepeye; gürlüyorum, taşıyorum. Lakin bu ölümcül his bir dağ oluyor ve çörekleniyor yüreğime. Bir yürek ne kadar büyük ne kadar tanımsız ne kadar hiçliğe yakın olabilir o anlarda anlıyorum. En çok o anlarda dolaşıyorum kalbimin bilinmez dehlizlerinde.

   Şunca cümleyle denk düşene kadar çok kelam harcadım ömrümden. Düşmemek, düşsem de orada kalmamak için sarfettim hepsini. Şu kadarcık hayatımda hep 'yalnızlık' dedim Hikmet Bey. O kadar çok dedim ki, bir süre sonra ben dahi o halka içinde kaybettim benliğimi. Fakat ne hacet o yalnızlığa el sürdürmeye. Daha da büyüdü, koca bir dağ oldu gönlümün ücra köşesinde. 

   Şimdilerdeyse yalnızlıklarla kurduğum şu ömür içinde ilk defa 'yapayalnız' hissediyorum. Belki bazı hisler ve düşüncelerle baş edememenin sızısını taşıyorumdur yüreğimde. Hem bilmiyorum ki yalnızlık denen bu hisle nasıl baş edilir? 

   Sen mesela Hikmet Bey; zamanla yarışabilir misin? Tutup elinden zamanın, ona eş olabilir misin? Bir kum saatinin taneleriyle ömrünü aynı kefeye doldurabilir misin? Bir yelkovan ve bir akrebi kırmakla ömürden akan her saniyeyi durdurabilir misin? Senden başka tek zerre sığmayan kefenin içine, 'hayat' denen şu curcunayı da alıp orada başka bir ömür daha geçirebilir misin?

   Yani sen Hikmet Bey; yaşam denen bu yolda bir meczup gibi yaşayıp bir arif gibi ölebilir misin?

   

   

   

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Dost, Bir Kelam, Bir Şiir

     Sevgili Hikmet Bey, öyle uzun zaman oldu ki sesinizi duymayıp kelamlarınızla hemhal olmayalı... Hayatımın en çıkmaza girdiği, en çözümsüz kaldığım ve en bîçare hissettiğim döneminde elinizi eteğinizi çektiniz benden. Eskiden ben de ne çok şey anlatırdım. Ekseriyetle sükuta gömülürdünüz lakin derin bir duyuşla dinlerdiniz. Etrafımdan herkesin çekildiği, çevremin ıssızlaştığı dönemlerde dahi köşenizde oturur öylece seyrederdiniz hayatımın akışını. Ne düşünürdünüz, bilmem. Lakin çok içli bakardınız. Yalan yok, bazen ben bile kendime üzülürdüm sizin mahzun bakışlarınızdan ötürü. Tabi bana mı üzülürdünüz yoksa bir kere olduğunu fark etmeyip öylece harcadığım hayatıma mı, karar veremiyorum. Bu ikileme de son zamanlarda düştüğümü belirtmeliyim.    Dönüp baktığımda sanki bende çok varmış da etrafa dağıtmam gerekiyormuş gibi fütursuzca harcamışım duygularımı. Çok sevmiş, çok tevazu göstermişim. Her şeyi alttan almış, beni parçalayan şeyleri sanki canımı teğet geçm...

İmkanlar İçinde İmkansızlıklar Listesi

     Hayatı bir yabancı gibi yaşamak nasıl bir şey bilir misin Hikmet Bey? Ben çok iyi bilirim. Hep uzaktan izlersin. Dışlanmış küçük bir çocuk gibi mutsuz hissedersin. Hayat akar, insanlar hayatını yaşar ama sen hep buruk ve eksik kalırsın. İşin kötü tarafıysa küçük çocuk gibi kenara çekilip hayatın akışına izin veremezsin. Daha doğrusu hayat senin yakanı bırakmaz. Muhakkak devam etmen gerekir. Ne kadar kötü hissedersen hisset sana yol vermez. İki dakika nefeslenmene katlanamaz.    Sen hayatı bir perdenin ardından izlerken aynı hayat seni yaşamaya zorlar. Sırf bu yüzden diğer insanlar içinde ruhsuz bir bedende nefes almaya devam edersin. Yersin, içersin, sohbet eder hatta gülersin. Hepsinin içinde en çok gülmek acıtır. Canın böylesine yanarken gülmek çok zor gelir çünkü. Acına, yaşanmışlıklarına, en çok da yaşanması mümkünken yaşanmamışlıklarına hakaret sayarsın gülmeyi. Ama imtihan da budur ya: Seni en çok zorlayan anda dirayetli kalabilmek.    B...

İki Kelimelik Mektup

    Tanrım... diye başlamıştı bir mektup.    Uzun susuşlar ve sessiz ağlayışlar sonunda edilen tek kelam 'Amin.' olmuştu ki bu mektubun ikinci ve son cümlesiydi.    Kısalığına rağmen dünyanın en uzun cümleleri kurulmuştu bu iki kelam arasında. Bir insanın susarak ne çok şey anlatacağına dair kanıt niteliğindeydi. Belki yakarış, belki iç dökme, belki de şikayet mektubuydu. Gerçi yeryüzünde, insanı bunlar dışında hangi mesele büyük bir suskunluğa hapsedebilirdi ki? Zira için için yanmayan hiçbir varlık susmanın, susarak konuşmanın, sessiz haykırışlarla yalvarmanın yükünü omuzlayamazdı. Ancak derinden yanan bir yürek bu yükün karşısında dağ gibi durup içinde attığı bedeni böylesi bir ateşte yürütebilirdi.    Ateşlerde kavrulmamış bir fani 'Tanrım' diye yakaramazdı. Zaten cennetten kovulmamış hiçbir faninin yolu da tanrısına düşmezdi. Yolu bazen sağa bazen sola kıvrılırdı. Lakin yolun ne tozu üstüne sinerdi ne rüzgarı tenini incitirdi. Teni incinenle...