Ana içeriğe atla

Yaşamsal Soru(n)lar

   Koca bir çukurun içinden geliyorum. Adım sanım yok. Yaşım, bir torba dolusu gezegenle yarışacak kadar çok. Ben kimim ve kimdenim, bilmiyorum. Bir asır yuvarlanmış da yolumu ve yönümü yeni bulmuş gibiyim. Yahut bulup da tesadüfen kaybettiğim yönümü asırlardır arıyor gibi.

   Neyse ki böyle şeyler ciddi anlamlara denk gelmiyor benim için. Artık gelmiyor.

   Sadece sık sık merak duygum depreşiyor. Diğer insanları merak ediyorum. Onların gözleri, elleri, ayakları, fikirleri ve benlikleri olmak istiyorum birkaç günlüğüne.

   Mesela tek bir renk aynı anlama mı geliyor hepimiz için? Yahut aynı yolu yürürken akan hayat hepimizin beyninde tek bir cümleye mi tekabül ediyor? Fikirler bir akış halindeyken ve sevgili, yorgun evrene enerji yayarken aynı yolları kullanıyorlar mı? Farklı yolları denerken bazen korkup geldikleri gibi geri gidiyorlar mı? Hatta aşağılanmış bazı fikirler, yola çıkmaya korkuyorlar mı? Şöyle bir düşününce; kim bilir kaç tane fikir öylece kalıyor görünmez duvarların ardında, ürkekçe.

   Aynı hayatta yaşıyoruz ama aynı hayatları yaşamıyoruz. Bu, ‘hayat’ı anlamlandırmakta büyük zorluklar çıkarıyor insanın başına. Bir konu üzerinden bin tecrübeden bahsedilirken yaşamak hakkında nasıl beylik laflar edilebilir ki?

   Yaşamak; yaşımızdan ve yaşanmışlıklarımızdan yola çıkarak hakkında büyükçe konuşamayacağımız kadar yaşlı bir ruh.

   Hal böyleyken keskin doğrulardan ve yanlışlardan nasıl bahsedilir? Yaşama dair konuşmak tek bir düzleme nasıl indirgenir?

   Yaşamak denince çok soru soran bir çocuğa dönüşüyorum. Kısacık hayatımda, keskin ve kıvrımlı bir yola doluyorum ellerimi. Aksi nasıl olur, bilmiyorum. Hep bu yüzden kan revan içinde kalıyor bana teslim edilen ruhlar. Hep bu yüzden takılıyorum, yaşamın görünmez tellerine.

   Eğer yaratılmış bunca ruhla aynı yolu yürüyüp deneyimlerimizi bir kıyafete giydirmeden tartışma şansımız olursa belki o telleri hiçlikten ultra hiçliğe çekip yaşam ile el ele vererek farklı yolların aynı zevkle yürünebileceğini kendimize kanıtlayabiliriz.

   Lakin bu şimdilik, paralel evrenlerin yalnızca birinde mümkün olabilir.

   Evet, o evrende biz yokuz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Dost, Bir Kelam, Bir Şiir

     Sevgili Hikmet Bey, öyle uzun zaman oldu ki sesinizi duymayıp kelamlarınızla hemhal olmayalı... Hayatımın en çıkmaza girdiği, en çözümsüz kaldığım ve en bîçare hissettiğim döneminde elinizi eteğinizi çektiniz benden. Eskiden ben de ne çok şey anlatırdım. Ekseriyetle sükuta gömülürdünüz lakin derin bir duyuşla dinlerdiniz. Etrafımdan herkesin çekildiği, çevremin ıssızlaştığı dönemlerde dahi köşenizde oturur öylece seyrederdiniz hayatımın akışını. Ne düşünürdünüz, bilmem. Lakin çok içli bakardınız. Yalan yok, bazen ben bile kendime üzülürdüm sizin mahzun bakışlarınızdan ötürü. Tabi bana mı üzülürdünüz yoksa bir kere olduğunu fark etmeyip öylece harcadığım hayatıma mı, karar veremiyorum. Bu ikileme de son zamanlarda düştüğümü belirtmeliyim.    Dönüp baktığımda sanki bende çok varmış da etrafa dağıtmam gerekiyormuş gibi fütursuzca harcamışım duygularımı. Çok sevmiş, çok tevazu göstermişim. Her şeyi alttan almış, beni parçalayan şeyleri sanki canımı teğet geçm...

İmkanlar İçinde İmkansızlıklar Listesi

     Hayatı bir yabancı gibi yaşamak nasıl bir şey bilir misin Hikmet Bey? Ben çok iyi bilirim. Hep uzaktan izlersin. Dışlanmış küçük bir çocuk gibi mutsuz hissedersin. Hayat akar, insanlar hayatını yaşar ama sen hep buruk ve eksik kalırsın. İşin kötü tarafıysa küçük çocuk gibi kenara çekilip hayatın akışına izin veremezsin. Daha doğrusu hayat senin yakanı bırakmaz. Muhakkak devam etmen gerekir. Ne kadar kötü hissedersen hisset sana yol vermez. İki dakika nefeslenmene katlanamaz.    Sen hayatı bir perdenin ardından izlerken aynı hayat seni yaşamaya zorlar. Sırf bu yüzden diğer insanlar içinde ruhsuz bir bedende nefes almaya devam edersin. Yersin, içersin, sohbet eder hatta gülersin. Hepsinin içinde en çok gülmek acıtır. Canın böylesine yanarken gülmek çok zor gelir çünkü. Acına, yaşanmışlıklarına, en çok da yaşanması mümkünken yaşanmamışlıklarına hakaret sayarsın gülmeyi. Ama imtihan da budur ya: Seni en çok zorlayan anda dirayetli kalabilmek.    B...

İki Kelimelik Mektup

    Tanrım... diye başlamıştı bir mektup.    Uzun susuşlar ve sessiz ağlayışlar sonunda edilen tek kelam 'Amin.' olmuştu ki bu mektubun ikinci ve son cümlesiydi.    Kısalığına rağmen dünyanın en uzun cümleleri kurulmuştu bu iki kelam arasında. Bir insanın susarak ne çok şey anlatacağına dair kanıt niteliğindeydi. Belki yakarış, belki iç dökme, belki de şikayet mektubuydu. Gerçi yeryüzünde, insanı bunlar dışında hangi mesele büyük bir suskunluğa hapsedebilirdi ki? Zira için için yanmayan hiçbir varlık susmanın, susarak konuşmanın, sessiz haykırışlarla yalvarmanın yükünü omuzlayamazdı. Ancak derinden yanan bir yürek bu yükün karşısında dağ gibi durup içinde attığı bedeni böylesi bir ateşte yürütebilirdi.    Ateşlerde kavrulmamış bir fani 'Tanrım' diye yakaramazdı. Zaten cennetten kovulmamış hiçbir faninin yolu da tanrısına düşmezdi. Yolu bazen sağa bazen sola kıvrılırdı. Lakin yolun ne tozu üstüne sinerdi ne rüzgarı tenini incitirdi. Teni incinenle...