Ana içeriğe atla

Mutsuzluğun Kusurlu Tanımı

   Son günlerde hiç iyi hissetmiyorum Hikmet Bey. Gecelerim bin türlü giz ile dolu. Gündüzlerim hatırlayamayacağım kadar kısa. Kitap okurken iç sesimle girdiğim savaş yüzünden kitaplar dağ oldu, birikti. Bağıra bağıra şiir okuyacağım bir kimse ya da bir dağ başım olmadığından sevdiğim şiirleri de rafa kaldırdım. Kendimi de hayat denen sınavda bütünlemeye bıraktım.

   Çok sevdiğim yalnızlık düşmanım oldu sanki. Ama onun karşısında da tahammülsüzlüğüm duruyor. Yani ne içime dönebiliyorum ne de içeri kimseyi alabiliyorum. Yalnızım ve ilk defa yalnızlığımdan sızlanıyorum.

   Her duyguyu birçok şekliyle ve birçok kez yaşamıştım. Hepsinin tadını biliyordum. O yüzden günlerdir yaşadığım bu şeyin adını koymaya çalışıyordum. Sonunda buldum Hikmet Bey.

   Ben alenen mutsuzum ve bir tek sen anlayabilirsin beni.

   Esasında ilk başta hüzün ile benziyordu. Fakat mutsuzluğun bambaşka bir tadı varmış. Hüzün gibi içinde garip bir huzur bulundurmuyor. Yaptığın işlere de bir parça hüzün bulaşıp o işi güzelleştirmiyor. Mutsuzluk resmen içsel yolculuğumuzun zifti. Geldiği dönemi siyaha bürüyor. Seni de tamamen içine çekip simsiyah yapmak istiyor. Bulaştığı yerleri hiç sorma. Tuzla buz ediyor resmen.

   Mutsuzluğun kokusu, bir köşede ağlayan küçük çocuğun gözyaşına benziyor. Onun kadar sıkıntılı bir havası var. Gidip o gözyaşını silsen bile gönülde kalan kırgınlığı atamayacağın gibi mutsuzluğu da atamıyorsun.

   Birçok olayı, duyguyu kabullenebiliyorsun Hikmet Bey. İçselleştirip onu anlamaya çalışabiliyorsun. Ama mutsuzluk öyle değil. Mutsuzluk tek kişilik oyununa kimseyi almayan, oyuncaklarını kimseye vermeyen, beraber oyun oynandığı zaman saçma mızmızlıklar yapan şımarık bir çocuk gibi. Onu karşına alıp konuşmaya çalışıyorsun ama o karşında kulaklarını tıkayıp şarkı söylüyor. 

   Gülüyorsun, eğleniyorsun -ya da öyle sanıyorsun- fakat gün sonunda o hissin tam yüreğine çöreklendiğini görüyorsun. "Sen beni görmezden gelirsen ben, beni görebileceğin bir yere geçerim." diyor resmen. 

   Mutsuzluk çok çocukça bir his Hikmet Bey. Her saçmalığı, her hatayı yapıyor. Her seferinde daha fazla gürültü çıkarıyor. Başkası yapsa çığırından çıkacağın davranışlarda bulunuyor fakat sen ona çocuktur deyip gülüp geçiyorsun.

   İşte mutsuzluk bu Hikmet Bey. Bir iskemlede oturup yaptıklarını izliyorsun. Bağıramıyorsun, sinirlenemiyorsun, terk edip gidemiyorsun. Öylece durup izleyebiliyorsun sadece. Hissiz bir biçimde.

   Mutsuzluk hislerin içinde en hissiz olanı Hikmet Bey. Sanırım bu yüzden çok acımasız bir duygu.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Dost, Bir Kelam, Bir Şiir

     Sevgili Hikmet Bey, öyle uzun zaman oldu ki sesinizi duymayıp kelamlarınızla hemhal olmayalı... Hayatımın en çıkmaza girdiği, en çözümsüz kaldığım ve en bîçare hissettiğim döneminde elinizi eteğinizi çektiniz benden. Eskiden ben de ne çok şey anlatırdım. Ekseriyetle sükuta gömülürdünüz lakin derin bir duyuşla dinlerdiniz. Etrafımdan herkesin çekildiği, çevremin ıssızlaştığı dönemlerde dahi köşenizde oturur öylece seyrederdiniz hayatımın akışını. Ne düşünürdünüz, bilmem. Lakin çok içli bakardınız. Yalan yok, bazen ben bile kendime üzülürdüm sizin mahzun bakışlarınızdan ötürü. Tabi bana mı üzülürdünüz yoksa bir kere olduğunu fark etmeyip öylece harcadığım hayatıma mı, karar veremiyorum. Bu ikileme de son zamanlarda düştüğümü belirtmeliyim.    Dönüp baktığımda sanki bende çok varmış da etrafa dağıtmam gerekiyormuş gibi fütursuzca harcamışım duygularımı. Çok sevmiş, çok tevazu göstermişim. Her şeyi alttan almış, beni parçalayan şeyleri sanki canımı teğet geçm...

İmkanlar İçinde İmkansızlıklar Listesi

     Hayatı bir yabancı gibi yaşamak nasıl bir şey bilir misin Hikmet Bey? Ben çok iyi bilirim. Hep uzaktan izlersin. Dışlanmış küçük bir çocuk gibi mutsuz hissedersin. Hayat akar, insanlar hayatını yaşar ama sen hep buruk ve eksik kalırsın. İşin kötü tarafıysa küçük çocuk gibi kenara çekilip hayatın akışına izin veremezsin. Daha doğrusu hayat senin yakanı bırakmaz. Muhakkak devam etmen gerekir. Ne kadar kötü hissedersen hisset sana yol vermez. İki dakika nefeslenmene katlanamaz.    Sen hayatı bir perdenin ardından izlerken aynı hayat seni yaşamaya zorlar. Sırf bu yüzden diğer insanlar içinde ruhsuz bir bedende nefes almaya devam edersin. Yersin, içersin, sohbet eder hatta gülersin. Hepsinin içinde en çok gülmek acıtır. Canın böylesine yanarken gülmek çok zor gelir çünkü. Acına, yaşanmışlıklarına, en çok da yaşanması mümkünken yaşanmamışlıklarına hakaret sayarsın gülmeyi. Ama imtihan da budur ya: Seni en çok zorlayan anda dirayetli kalabilmek.    B...

İki Kelimelik Mektup

    Tanrım... diye başlamıştı bir mektup.    Uzun susuşlar ve sessiz ağlayışlar sonunda edilen tek kelam 'Amin.' olmuştu ki bu mektubun ikinci ve son cümlesiydi.    Kısalığına rağmen dünyanın en uzun cümleleri kurulmuştu bu iki kelam arasında. Bir insanın susarak ne çok şey anlatacağına dair kanıt niteliğindeydi. Belki yakarış, belki iç dökme, belki de şikayet mektubuydu. Gerçi yeryüzünde, insanı bunlar dışında hangi mesele büyük bir suskunluğa hapsedebilirdi ki? Zira için için yanmayan hiçbir varlık susmanın, susarak konuşmanın, sessiz haykırışlarla yalvarmanın yükünü omuzlayamazdı. Ancak derinden yanan bir yürek bu yükün karşısında dağ gibi durup içinde attığı bedeni böylesi bir ateşte yürütebilirdi.    Ateşlerde kavrulmamış bir fani 'Tanrım' diye yakaramazdı. Zaten cennetten kovulmamış hiçbir faninin yolu da tanrısına düşmezdi. Yolu bazen sağa bazen sola kıvrılırdı. Lakin yolun ne tozu üstüne sinerdi ne rüzgarı tenini incitirdi. Teni incinenle...