Ana içeriğe atla

İnsansoyuna Mektup

    Adaletsizlikten hoşlanmıyorum. Yüreğine iyilik dokunmamış merhametsizlerin hayatının herkesten daha iyi olması beni sinirlendiriyor. Gökte uçan kuşa, yerde akan suya zaafı olmayanların fikirlerinin hep önde olmasını sevmiyorum. 

   Böylelerinin insan huzurunu ve akıl sağlığını bozup, huzurla ve sağlıkla yaşamalarını hazmedemiyorum. Onların ettikleri kelamlar yüreklerine dert olup oturmazken muhatabının gönlünün en ücra köşelerine çöreklenmesini istemiyorum. 

   Bilmedikleri hayatları, tecrübe etmedikleri acıları hiç düşünülmeden kurulmuş cümlelerle insanlara satmaları omuzlarıma yük diye biniyor. Varlığını bir kez sorgulamamış kişilerin, diğer insanların kendilerini varlıklarından şüphe ettirecek kadar yok saymaları, zatlarını nimetten görmeleri oturup çocuk gibi ağlamama yetiyor. 

   Bazen bazı dertleri anlatmak için süslü cümlelere gerek duymuyorum. Yalnızca haykırmak istiyorum. Hakikati öylece bağırmak istiyorum. "Kendinize gelsenize. Dönüp etrafınıza ve dünyaya insan gözüyle baksanıza." demek için yanıp tutuşuyorum. Çok bir şey istemiyorum. İnsanın özüne dönmesini arzuluyorum. Özüne dönenin kendinden özge bir derdinin olmayacağını biliyorum. 

   Neden böylesi kelamlar ediyorum biliyor musunuz? Bilmezsiniz, söyleyeyim. Yoruldum.

   İnsanın bencilliğinden yoruldum. Herkesin beylik laflarına karşılık beylik laflar edemeyişime yoruldum. Kırılıp da içime bile susmaktan yoruldum. İnsansoyunun beklentilerinden, o beklentilere koşmaktan, yetişememekten, kendimi kaybetmekten ve o benliği arayıp da bulamamaktan yoruldum. 

   Ben var olmanın o dayanılmaz hafifliğinden bile yoruldum. 

   Yorulduğum o kadar çok şey var ki canım insanlar... Bakın mesela anlatılan dert ardından atılan baygın bakışlardan, anlatılmayan derde "Amma ketumsun." demelerden de yoruldum. O kelamın çıkışı ve dahi içinde tutuluşu bile başka bir dert insana. Söyleyin hadi, sizinle ne yapmalı? Nasıl yola gitmeli?

   Evet, epey yoruldum.

   Bu kez kelamlarımı süslemeden geldim. Gizlemeden, sizin putlarınızı sizin yüzünüze vurmak için geldim. Siz yine düşünmeyeceksiniz, biliyorum. Yine bilmediğiniz meselelerde beylik laflar edeceksiniz. Ben ve benim gibiler yine o beylik laflar karşısında çok büyük susacaklar. Sonra benim susa susa bağırmalarım yine kar etmeyecek ve bu cümlelerimi yine önünüze süsleyerek sunacağım. 

   Ben dert diye size anlattığımda yüzünüzü astığınız o cümleleri süsleyip yeniden sofranıza koyduğumda, sanat diye okuyacaksınız. Sonrası alkış, kıyamet. 

   Aslında bu yüzsüzlük size ayıp olarak yeter ama siz onu da anlamayacaksınız.

   Beşerdir. Yine şaşacaktır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Dost, Bir Kelam, Bir Şiir

     Sevgili Hikmet Bey, öyle uzun zaman oldu ki sesinizi duymayıp kelamlarınızla hemhal olmayalı... Hayatımın en çıkmaza girdiği, en çözümsüz kaldığım ve en bîçare hissettiğim döneminde elinizi eteğinizi çektiniz benden. Eskiden ben de ne çok şey anlatırdım. Ekseriyetle sükuta gömülürdünüz lakin derin bir duyuşla dinlerdiniz. Etrafımdan herkesin çekildiği, çevremin ıssızlaştığı dönemlerde dahi köşenizde oturur öylece seyrederdiniz hayatımın akışını. Ne düşünürdünüz, bilmem. Lakin çok içli bakardınız. Yalan yok, bazen ben bile kendime üzülürdüm sizin mahzun bakışlarınızdan ötürü. Tabi bana mı üzülürdünüz yoksa bir kere olduğunu fark etmeyip öylece harcadığım hayatıma mı, karar veremiyorum. Bu ikileme de son zamanlarda düştüğümü belirtmeliyim.    Dönüp baktığımda sanki bende çok varmış da etrafa dağıtmam gerekiyormuş gibi fütursuzca harcamışım duygularımı. Çok sevmiş, çok tevazu göstermişim. Her şeyi alttan almış, beni parçalayan şeyleri sanki canımı teğet geçm...

İmkanlar İçinde İmkansızlıklar Listesi

     Hayatı bir yabancı gibi yaşamak nasıl bir şey bilir misin Hikmet Bey? Ben çok iyi bilirim. Hep uzaktan izlersin. Dışlanmış küçük bir çocuk gibi mutsuz hissedersin. Hayat akar, insanlar hayatını yaşar ama sen hep buruk ve eksik kalırsın. İşin kötü tarafıysa küçük çocuk gibi kenara çekilip hayatın akışına izin veremezsin. Daha doğrusu hayat senin yakanı bırakmaz. Muhakkak devam etmen gerekir. Ne kadar kötü hissedersen hisset sana yol vermez. İki dakika nefeslenmene katlanamaz.    Sen hayatı bir perdenin ardından izlerken aynı hayat seni yaşamaya zorlar. Sırf bu yüzden diğer insanlar içinde ruhsuz bir bedende nefes almaya devam edersin. Yersin, içersin, sohbet eder hatta gülersin. Hepsinin içinde en çok gülmek acıtır. Canın böylesine yanarken gülmek çok zor gelir çünkü. Acına, yaşanmışlıklarına, en çok da yaşanması mümkünken yaşanmamışlıklarına hakaret sayarsın gülmeyi. Ama imtihan da budur ya: Seni en çok zorlayan anda dirayetli kalabilmek.    B...

İki Kelimelik Mektup

    Tanrım... diye başlamıştı bir mektup.    Uzun susuşlar ve sessiz ağlayışlar sonunda edilen tek kelam 'Amin.' olmuştu ki bu mektubun ikinci ve son cümlesiydi.    Kısalığına rağmen dünyanın en uzun cümleleri kurulmuştu bu iki kelam arasında. Bir insanın susarak ne çok şey anlatacağına dair kanıt niteliğindeydi. Belki yakarış, belki iç dökme, belki de şikayet mektubuydu. Gerçi yeryüzünde, insanı bunlar dışında hangi mesele büyük bir suskunluğa hapsedebilirdi ki? Zira için için yanmayan hiçbir varlık susmanın, susarak konuşmanın, sessiz haykırışlarla yalvarmanın yükünü omuzlayamazdı. Ancak derinden yanan bir yürek bu yükün karşısında dağ gibi durup içinde attığı bedeni böylesi bir ateşte yürütebilirdi.    Ateşlerde kavrulmamış bir fani 'Tanrım' diye yakaramazdı. Zaten cennetten kovulmamış hiçbir faninin yolu da tanrısına düşmezdi. Yolu bazen sağa bazen sola kıvrılırdı. Lakin yolun ne tozu üstüne sinerdi ne rüzgarı tenini incitirdi. Teni incinenle...