Ana içeriğe atla

Sahipsiz Cümleler

 

  Ne çok yalan var çevremizde Hikmet Bey. Sağımızda, solumuzda yalan kol geziyor. Yanlış anlama sakın. Kimseyi suçlamıyorum. Bu bir özeleştiri. 

   Yalancının tekiyiz. Sürekli yalan söylüyoruz. Çevreyi geçtim. Çevre hallolur. Yalanların hepsini ve en ağırlarını kendimize söylüyoruz Hikmet Bey. Olmadığımız kişiliklerle topluma çıkıyor, olmadığımız bedenleri yansıtıyoruz.

   Biz bu değiliz ki. Hiçbir zaman olmadık. İnsan içinde yaptıklarımızı, oynadıklarımızı geçeli çok oldu. İçten içe türlü bahaneler buluyoruz kendimize. Kandırıyoruz. Çok güzel kanıyoruz. 

   Toplumun, ailenin, arkadaşların bize biçtikleri rolleri oynuyor, onların bize söylediklerini doğruymuş gibi kabul edip içimize işliyoruz. Bu bizi biz yapmıyor ki Hikmet Bey.

   Yalnızlık. Toplumun da, senin de, benim de başımı yakan bu mefhumu biz besliyoruz. Olmadığımız kişiliklerde boğuluyoruz. Ama bu boğulmalara hep başka suları bahane kılıyoruz, bizim canımıza susamış asıl kaynaktan habersiz. 

   Arkadaş ortamında, kütüphanede, evde durduk yere donuklaşıyoruz ya hani Hikmet Bey. Bak, onun sebebi de çöplüğe dönmüş olan içimiz. Onca yalanla avutmuşuz ki kendimizi, çöplük içinde yaşadığımızı bile fark etmemişiz. Etmiyoruz da. Üzgünüm ama etmeyeceğiz de Hikmet Bey. Buradan kalkalım, başka yerlere gidelim seninle. Gittiğimiz yere de taşıyacağız yalan benliğimizi. 

   Yorulmadık mı? Onca kalıbı taşımaktan, sahibi olmadığımız cümlelerde başrolü oynamaktan, aldığımız nefesi sahipsiz bırakmaktan yorulmadık mı? Açıkçası ben çok yoruldum Hikmet Bey. Şu insanların içine çıkıp deli gibi bağırmak istiyorum. Benden, benliğimden, şuncacık ömrümden ne istiyorsunuz, demek istiyorum. Hakkımdır da. Nasıl hakkım olmasın ki iki gözüm? 

   Yarına bu yalancı kimlikle ölmüş olarak çıksam, kim verecek onca sahipsiz cümlenin hesabını? Nasıl gelip de mezarımın başında doya doya ağlayacaklar? Olmaz ki Hikmet Bey. Kabul edemem. Hangi ruh kabul eder böyle bir şeyi? Sen ediyor musun mesela? 

   Edemezsin, bilirim. 

   Bak işte, yine aynı şey oluyor. Kelamlarım anlamını yitirmeye başlıyor sanki. Kalbim koskoca bir boşluğun içinde can çekişiyor. Bunu ancak ölü ruhlar duyabilir. Bu hissi tasavvur etmeyi çok isterdim Hikmet Bey. Fakat bir ölü ruhun söylediği gibi: "Kelimeler albayım bazı anlamlara gelmiyor."


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Dost, Bir Kelam, Bir Şiir

     Sevgili Hikmet Bey, öyle uzun zaman oldu ki sesinizi duymayıp kelamlarınızla hemhal olmayalı... Hayatımın en çıkmaza girdiği, en çözümsüz kaldığım ve en bîçare hissettiğim döneminde elinizi eteğinizi çektiniz benden. Eskiden ben de ne çok şey anlatırdım. Ekseriyetle sükuta gömülürdünüz lakin derin bir duyuşla dinlerdiniz. Etrafımdan herkesin çekildiği, çevremin ıssızlaştığı dönemlerde dahi köşenizde oturur öylece seyrederdiniz hayatımın akışını. Ne düşünürdünüz, bilmem. Lakin çok içli bakardınız. Yalan yok, bazen ben bile kendime üzülürdüm sizin mahzun bakışlarınızdan ötürü. Tabi bana mı üzülürdünüz yoksa bir kere olduğunu fark etmeyip öylece harcadığım hayatıma mı, karar veremiyorum. Bu ikileme de son zamanlarda düştüğümü belirtmeliyim.    Dönüp baktığımda sanki bende çok varmış da etrafa dağıtmam gerekiyormuş gibi fütursuzca harcamışım duygularımı. Çok sevmiş, çok tevazu göstermişim. Her şeyi alttan almış, beni parçalayan şeyleri sanki canımı teğet geçm...

İmkanlar İçinde İmkansızlıklar Listesi

     Hayatı bir yabancı gibi yaşamak nasıl bir şey bilir misin Hikmet Bey? Ben çok iyi bilirim. Hep uzaktan izlersin. Dışlanmış küçük bir çocuk gibi mutsuz hissedersin. Hayat akar, insanlar hayatını yaşar ama sen hep buruk ve eksik kalırsın. İşin kötü tarafıysa küçük çocuk gibi kenara çekilip hayatın akışına izin veremezsin. Daha doğrusu hayat senin yakanı bırakmaz. Muhakkak devam etmen gerekir. Ne kadar kötü hissedersen hisset sana yol vermez. İki dakika nefeslenmene katlanamaz.    Sen hayatı bir perdenin ardından izlerken aynı hayat seni yaşamaya zorlar. Sırf bu yüzden diğer insanlar içinde ruhsuz bir bedende nefes almaya devam edersin. Yersin, içersin, sohbet eder hatta gülersin. Hepsinin içinde en çok gülmek acıtır. Canın böylesine yanarken gülmek çok zor gelir çünkü. Acına, yaşanmışlıklarına, en çok da yaşanması mümkünken yaşanmamışlıklarına hakaret sayarsın gülmeyi. Ama imtihan da budur ya: Seni en çok zorlayan anda dirayetli kalabilmek.    B...

İki Kelimelik Mektup

    Tanrım... diye başlamıştı bir mektup.    Uzun susuşlar ve sessiz ağlayışlar sonunda edilen tek kelam 'Amin.' olmuştu ki bu mektubun ikinci ve son cümlesiydi.    Kısalığına rağmen dünyanın en uzun cümleleri kurulmuştu bu iki kelam arasında. Bir insanın susarak ne çok şey anlatacağına dair kanıt niteliğindeydi. Belki yakarış, belki iç dökme, belki de şikayet mektubuydu. Gerçi yeryüzünde, insanı bunlar dışında hangi mesele büyük bir suskunluğa hapsedebilirdi ki? Zira için için yanmayan hiçbir varlık susmanın, susarak konuşmanın, sessiz haykırışlarla yalvarmanın yükünü omuzlayamazdı. Ancak derinden yanan bir yürek bu yükün karşısında dağ gibi durup içinde attığı bedeni böylesi bir ateşte yürütebilirdi.    Ateşlerde kavrulmamış bir fani 'Tanrım' diye yakaramazdı. Zaten cennetten kovulmamış hiçbir faninin yolu da tanrısına düşmezdi. Yolu bazen sağa bazen sola kıvrılırdı. Lakin yolun ne tozu üstüne sinerdi ne rüzgarı tenini incitirdi. Teni incinenle...