Ana içeriğe atla

Lokman Hekim'in Sırrı

 
  Küçük bir çocuk ümidiyle uyandım geçen sabah. Bayram sabahını yeni giysileriyle karşılamış kadar da mutluydum. Sonra soru yığınları deldi, delinmez sandığım zırhı. Öyle acımasız bir his sardı ki her bir yanımı, bildiğim her şeyi unutuverdim Hikmet Bey. Ne ile doluydu o sorular bilmiyorum. Yüreğimi yakan o zehir zemberek ipin diğer ucu kime bağlıydı, onu da bilmiyorum.

   Tek bildiğim canımın çok yandığıydı. 
 
   O an çok ağladım. Yüreğime sığdırdığım ve dahi sığdıramadığım cümle acıları döktüm sanki. Tam olarak ne kadar zaman geçti kestiremiyorum. Fakat epey bir süre içsel hesaplaşmalarla muhatap oldum. Meğer benim içim uzun süredir duygu mezarlığıymış Hikmet Bey. Eğer görseydin, benim gibi bilebilseydin çok ağlardın. Ben senin yerine de ağladım. 

   Bu mevzu üzerine çok düşündüm. İnsanlar içleri bir mezarlığa döndüğü için mi intihar ediyordu? Belki de haklılardı. Yaşarken ölümü kucağında taşımak nasıl bir yük bilirsin Hikmet Bey. Yoksa insanların yirmisinde ölüp yetmişinde gömüldüğü doğru mu? İnsanın aklı almıyor ve çokça içi acıyor. Zaten insan aklının almadığına içini açıyor, bu yüzden içi acıyor. 

   Bu ölümcül his bir süre sonra ölümsüzlüğe dönüşüyor Hikmet Bey. Bu his insan hayatında bir eşiği temsil ediyor. O eşikten adımını atabilirsen ölümsüz hissediyorsun. Evet, süper kahraman gibi. Fakat işe bak ki, ölümsüzlük hissinin ana karakteri yine ölüm oluyor. Ölüme olan algın bu eşikte değişiyor. Bir sır gibi aklının, kalbinin bir köşesinde o hakikati taşımaya başlıyorsun. Her gün, her saat, her dakika... Ama korkmuyorsun. Hayatın değişiyor. Günlerin anlam kazanıyor. İşte insansoyunun ölümsüzlüğü. 

   Bu hususta bir söz duymuştum: Her gününü, son gününmüş gibi yaşa. Bir gün haklı çıkacaksın. 

   Bir gün haklı çıkacağım Hikmet Bey.

 


    

Yorumlar

  1. Canim harika bayıldım yazına eline emeğine sağlık

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Dost, Bir Kelam, Bir Şiir

     Sevgili Hikmet Bey, öyle uzun zaman oldu ki sesinizi duymayıp kelamlarınızla hemhal olmayalı... Hayatımın en çıkmaza girdiği, en çözümsüz kaldığım ve en bîçare hissettiğim döneminde elinizi eteğinizi çektiniz benden. Eskiden ben de ne çok şey anlatırdım. Ekseriyetle sükuta gömülürdünüz lakin derin bir duyuşla dinlerdiniz. Etrafımdan herkesin çekildiği, çevremin ıssızlaştığı dönemlerde dahi köşenizde oturur öylece seyrederdiniz hayatımın akışını. Ne düşünürdünüz, bilmem. Lakin çok içli bakardınız. Yalan yok, bazen ben bile kendime üzülürdüm sizin mahzun bakışlarınızdan ötürü. Tabi bana mı üzülürdünüz yoksa bir kere olduğunu fark etmeyip öylece harcadığım hayatıma mı, karar veremiyorum. Bu ikileme de son zamanlarda düştüğümü belirtmeliyim.    Dönüp baktığımda sanki bende çok varmış da etrafa dağıtmam gerekiyormuş gibi fütursuzca harcamışım duygularımı. Çok sevmiş, çok tevazu göstermişim. Her şeyi alttan almış, beni parçalayan şeyleri sanki canımı teğet geçm...

İmkanlar İçinde İmkansızlıklar Listesi

     Hayatı bir yabancı gibi yaşamak nasıl bir şey bilir misin Hikmet Bey? Ben çok iyi bilirim. Hep uzaktan izlersin. Dışlanmış küçük bir çocuk gibi mutsuz hissedersin. Hayat akar, insanlar hayatını yaşar ama sen hep buruk ve eksik kalırsın. İşin kötü tarafıysa küçük çocuk gibi kenara çekilip hayatın akışına izin veremezsin. Daha doğrusu hayat senin yakanı bırakmaz. Muhakkak devam etmen gerekir. Ne kadar kötü hissedersen hisset sana yol vermez. İki dakika nefeslenmene katlanamaz.    Sen hayatı bir perdenin ardından izlerken aynı hayat seni yaşamaya zorlar. Sırf bu yüzden diğer insanlar içinde ruhsuz bir bedende nefes almaya devam edersin. Yersin, içersin, sohbet eder hatta gülersin. Hepsinin içinde en çok gülmek acıtır. Canın böylesine yanarken gülmek çok zor gelir çünkü. Acına, yaşanmışlıklarına, en çok da yaşanması mümkünken yaşanmamışlıklarına hakaret sayarsın gülmeyi. Ama imtihan da budur ya: Seni en çok zorlayan anda dirayetli kalabilmek.    B...

İki Kelimelik Mektup

    Tanrım... diye başlamıştı bir mektup.    Uzun susuşlar ve sessiz ağlayışlar sonunda edilen tek kelam 'Amin.' olmuştu ki bu mektubun ikinci ve son cümlesiydi.    Kısalığına rağmen dünyanın en uzun cümleleri kurulmuştu bu iki kelam arasında. Bir insanın susarak ne çok şey anlatacağına dair kanıt niteliğindeydi. Belki yakarış, belki iç dökme, belki de şikayet mektubuydu. Gerçi yeryüzünde, insanı bunlar dışında hangi mesele büyük bir suskunluğa hapsedebilirdi ki? Zira için için yanmayan hiçbir varlık susmanın, susarak konuşmanın, sessiz haykırışlarla yalvarmanın yükünü omuzlayamazdı. Ancak derinden yanan bir yürek bu yükün karşısında dağ gibi durup içinde attığı bedeni böylesi bir ateşte yürütebilirdi.    Ateşlerde kavrulmamış bir fani 'Tanrım' diye yakaramazdı. Zaten cennetten kovulmamış hiçbir faninin yolu da tanrısına düşmezdi. Yolu bazen sağa bazen sola kıvrılırdı. Lakin yolun ne tozu üstüne sinerdi ne rüzgarı tenini incitirdi. Teni incinenle...