Küçük bir çocuk ümidiyle uyandım geçen sabah. Bayram sabahını yeni giysileriyle karşılamış kadar da mutluydum. Sonra soru yığınları deldi, delinmez sandığım zırhı. Öyle acımasız bir his sardı ki her bir yanımı, bildiğim her şeyi unutuverdim Hikmet Bey. Ne ile doluydu o sorular bilmiyorum. Yüreğimi yakan o zehir zemberek ipin diğer ucu kime bağlıydı, onu da bilmiyorum.
Tek bildiğim canımın çok yandığıydı.
O an çok ağladım. Yüreğime sığdırdığım ve dahi sığdıramadığım cümle acıları döktüm sanki. Tam olarak ne kadar zaman geçti kestiremiyorum. Fakat epey bir süre içsel hesaplaşmalarla muhatap oldum. Meğer benim içim uzun süredir duygu mezarlığıymış Hikmet Bey. Eğer görseydin, benim gibi bilebilseydin çok ağlardın. Ben senin yerine de ağladım.
Bu mevzu üzerine çok düşündüm. İnsanlar içleri bir mezarlığa döndüğü için mi intihar ediyordu? Belki de haklılardı. Yaşarken ölümü kucağında taşımak nasıl bir yük bilirsin Hikmet Bey. Yoksa insanların yirmisinde ölüp yetmişinde gömüldüğü doğru mu? İnsanın aklı almıyor ve çokça içi acıyor. Zaten insan aklının almadığına içini açıyor, bu yüzden içi acıyor.
Bu ölümcül his bir süre sonra ölümsüzlüğe dönüşüyor Hikmet Bey. Bu his insan hayatında bir eşiği temsil ediyor. O eşikten adımını atabilirsen ölümsüz hissediyorsun. Evet, süper kahraman gibi. Fakat işe bak ki, ölümsüzlük hissinin ana karakteri yine ölüm oluyor. Ölüme olan algın bu eşikte değişiyor. Bir sır gibi aklının, kalbinin bir köşesinde o hakikati taşımaya başlıyorsun. Her gün, her saat, her dakika... Ama korkmuyorsun. Hayatın değişiyor. Günlerin anlam kazanıyor. İşte insansoyunun ölümsüzlüğü.
Bu hususta bir söz duymuştum: Her gününü, son gününmüş gibi yaşa. Bir gün haklı çıkacaksın.
Bir gün haklı çıkacağım Hikmet Bey.
Canim harika bayıldım yazına eline emeğine sağlık
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim 🙏🏻
Sil