Ana içeriğe atla

Bir Tanıdık ile Lakırdılar

   İkindi vaktinin şu esintilerini çok seviyorum. Yaşadığını hissettiriyor insana. Bir de insanın düşüncelerini katmerlendiriyor ki, sorma gitsin Hikmet Bey. Bilirsin işte bir kitap, biraz müzik, biraz da güzel hava insana neşe veriyor. Gerçi bilemiyorum. Orhan Veli'yi mahveden havalar da bu havalar olabilir. Dedim ya, insanın düşüncelerini katmerlendiriyor.

   Bugün, burada olsaydın belki biraz okuduğum kitaplardan konuşurduk Hikmet Bey. Çok da seveceğin tarzlar okuyorum. Biraz felsefe, biraz edebiyat ve biraz da uzay. Şölene bak. 

   Fakat ne yazık ki, yalnızca kendimle paylaşıyorum bu güzellikleri. Bir satır beğensem oturup abarta abarta okuyacağım kimsem yok. Mesela geçen gün Şükrü Erbaş okudum. Şöyle diyordu: "Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni oluşturdu, ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni."

   İçimde avaz avaz bağırdım bu cümleleri Hikmet Bey. Susa susa bağırdım. Burada olsaydın abarta  abarta okurduk. 

   Bunları yazarken rüzgar usulca okşuyor saçlarımı. Müziğin hafif tınısında yazdıklarımın tıkırtısı da çalınıyor kulağıma. Yaşadığımı hissediyorum. Tabi bunların yanı sıra düşüncelerim çok karmaşık, sıraya koyamıyorum. Lakin diyorum ki Hikmet Bey, insan tam da şöyle bir anda ölümle tanışmalı. Yaşadığını hissederken. Kan damarlarında kımıl kımıl akarken. Huzurluyken. 

   Anlıyorsun beni değil mi?

   Bazen sözcüklerimi kaybediyorum Hikmet Bey. Şu aralar çok susasım var, tam da bu sebepten. Susa susa anlatmak istiyorum benliğimi. Sen anlarsın ama başka kime, nasıl anlatayım? Anlatamam değil mi? Anlatamam. Aman işte, benimki de bir umut.

   Sahi, gittiğin yer beklediğin gibi huzurlu mu? Çok konuşmuştuk bu husus üzerine. Sanmam merak edeceğini ama buralar bıraktığın gibi. İnsanlar umursamaz. Dünya her geçen gün karanlığa boğuluyor. O da çok yaşlandı Hikmet Bey. Şu aralar yaşlılığıyla fena dalga geçiyorum. Ara ara kızıyor ama o da biliyor benim de içimde yaşlı gezegenler taşıdığımı. 

   Konu konuyu açmışken aklıma bak ne geldi. Gitmeden evvel insanın sevdiğini esen yelde, uçan kuşta, omzuna konan kelebekte bulacağını söylemiştin. Az önce bir yel daha esti. Bilmukabele Hikmet Bey. 

   İyi lafladık. Artık gitmeliyim. Dünya beni bekliyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Dost, Bir Kelam, Bir Şiir

     Sevgili Hikmet Bey, öyle uzun zaman oldu ki sesinizi duymayıp kelamlarınızla hemhal olmayalı... Hayatımın en çıkmaza girdiği, en çözümsüz kaldığım ve en bîçare hissettiğim döneminde elinizi eteğinizi çektiniz benden. Eskiden ben de ne çok şey anlatırdım. Ekseriyetle sükuta gömülürdünüz lakin derin bir duyuşla dinlerdiniz. Etrafımdan herkesin çekildiği, çevremin ıssızlaştığı dönemlerde dahi köşenizde oturur öylece seyrederdiniz hayatımın akışını. Ne düşünürdünüz, bilmem. Lakin çok içli bakardınız. Yalan yok, bazen ben bile kendime üzülürdüm sizin mahzun bakışlarınızdan ötürü. Tabi bana mı üzülürdünüz yoksa bir kere olduğunu fark etmeyip öylece harcadığım hayatıma mı, karar veremiyorum. Bu ikileme de son zamanlarda düştüğümü belirtmeliyim.    Dönüp baktığımda sanki bende çok varmış da etrafa dağıtmam gerekiyormuş gibi fütursuzca harcamışım duygularımı. Çok sevmiş, çok tevazu göstermişim. Her şeyi alttan almış, beni parçalayan şeyleri sanki canımı teğet geçm...

İmkanlar İçinde İmkansızlıklar Listesi

     Hayatı bir yabancı gibi yaşamak nasıl bir şey bilir misin Hikmet Bey? Ben çok iyi bilirim. Hep uzaktan izlersin. Dışlanmış küçük bir çocuk gibi mutsuz hissedersin. Hayat akar, insanlar hayatını yaşar ama sen hep buruk ve eksik kalırsın. İşin kötü tarafıysa küçük çocuk gibi kenara çekilip hayatın akışına izin veremezsin. Daha doğrusu hayat senin yakanı bırakmaz. Muhakkak devam etmen gerekir. Ne kadar kötü hissedersen hisset sana yol vermez. İki dakika nefeslenmene katlanamaz.    Sen hayatı bir perdenin ardından izlerken aynı hayat seni yaşamaya zorlar. Sırf bu yüzden diğer insanlar içinde ruhsuz bir bedende nefes almaya devam edersin. Yersin, içersin, sohbet eder hatta gülersin. Hepsinin içinde en çok gülmek acıtır. Canın böylesine yanarken gülmek çok zor gelir çünkü. Acına, yaşanmışlıklarına, en çok da yaşanması mümkünken yaşanmamışlıklarına hakaret sayarsın gülmeyi. Ama imtihan da budur ya: Seni en çok zorlayan anda dirayetli kalabilmek.    B...

İki Kelimelik Mektup

    Tanrım... diye başlamıştı bir mektup.    Uzun susuşlar ve sessiz ağlayışlar sonunda edilen tek kelam 'Amin.' olmuştu ki bu mektubun ikinci ve son cümlesiydi.    Kısalığına rağmen dünyanın en uzun cümleleri kurulmuştu bu iki kelam arasında. Bir insanın susarak ne çok şey anlatacağına dair kanıt niteliğindeydi. Belki yakarış, belki iç dökme, belki de şikayet mektubuydu. Gerçi yeryüzünde, insanı bunlar dışında hangi mesele büyük bir suskunluğa hapsedebilirdi ki? Zira için için yanmayan hiçbir varlık susmanın, susarak konuşmanın, sessiz haykırışlarla yalvarmanın yükünü omuzlayamazdı. Ancak derinden yanan bir yürek bu yükün karşısında dağ gibi durup içinde attığı bedeni böylesi bir ateşte yürütebilirdi.    Ateşlerde kavrulmamış bir fani 'Tanrım' diye yakaramazdı. Zaten cennetten kovulmamış hiçbir faninin yolu da tanrısına düşmezdi. Yolu bazen sağa bazen sola kıvrılırdı. Lakin yolun ne tozu üstüne sinerdi ne rüzgarı tenini incitirdi. Teni incinenle...